Hatırlamanın Bedeli

“Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir… Gider gelirdi.”

Abutalip camın kenarına oturmuş, ölgün ışığın altında geceler boyu yazıyordu. Uçsuz bucaksız Sarı Özek Bozkırı’nın kavurucu sıcağına, dondurucu ayazına karşı ayakta kalmanın, yaşamanın tek anlamıydı bu. Nasıl ki çalıştığı Boranlı istasyonu, Sarı Özek’i başka duraklara, şehirlere, kavşaklara bağlıyorsa bu yazdıkları da onu hızla akan başka zamanlara bağlayacaktı. Çünkü o, yataklarında mışıl mışıl uyuyan, gelecek tehlikelerden habersiz masum çocukları için yazıyordu. Oğulları anasını atasını, soyunu sopunu, dilini dinini unutmasınlar diye bildiği, duyduğu ne varsa aktarıyordu. Türkülerden destanlara, dönenbay kuşundan Nayman Ana’ya, Cengiz Han’ın beyaz bulutundan Raymalı Ağa’nın umutsuz aşkına, Aral Gölü’nün ılık havasına, günlerce yağan yağmurlara kadar ne varsa…

Ne için yazar insan? Bu meşhur soru insan var olduğu sürece cevaplar üretmeye devam edecektir. Kimine göre yazmak en yüce tesellidir, “Yazmasaydım çıldıracaktım.” der, kimine göre keyiftir, “Tek başına yapılacak en eğlenceli iş yazmaktır.” der. Kimisi yalılardan kimisi tavan aralarından seslenir. Kimisi cesaretten, kendilikten kimisi paradan, şöhretten dem vurur. Ama kimilerine göre de yazı, unutmamak ya da unutturmamaktır. Gün Olur Asra Bedel’in ve Cengiz Aytmatov’un diğer bütün kitaplarının en büyük kaygısı budur: Evladın atasını unutmaması! Stalin önderliğinde Sovyet rejimi Türk milletlerinin dinini, örfünü, âdetini zorla tek “utku” adına aynılaştırıyorken, asimile ediyorken yapılacak en iyi şey yazmaktır. Kuru bir kronolojiye dönüşmüş tarih kitaplarının yazmadıklarını Aytmatov yazar: Savaşın yorduğu alnı terli, saçları ağarmış, elleri budaklı ama beli dimdik adamlar, kolhozlarda canhıraş mücadele veren bir avuç buğdaya muhtaç, oğullarına, kocalarına hasret kadınlar, yakılan sessiz ağıtlar, babalarını bekleyen çocuklar… Yine de her şeye rağmen seven, insan kalan insanlar…

Gün Olur Asra Bedel’de “unutmak” meselesini bir bütünün parçaları hâlinde önümüze döker Aytmatov. Kitabın ana kahramanı Yedigey, uzun yıllar Boranlı istasyonunda birlikte çalıştığı yaşlı dostunun ölümüyle pek çok şeyin öldüğünün de farkındadır. Ondan başka dua etmeyi, cenazeyi usulüne uygun defnetmeyi bilen yoktur. Hatta rejimin yatılı okullarında okumuş Kazangap’ın oğlu Sabitcan, böyle şeylerin gerekliliğine de inanmamaktadır. Ölünün vasiyeti üzerine Sarı Özek’in en eski mezarlığı Ana Beyit’e doğru yol alırken Sabitcan’ın bu kayıtsız tavırları Yedigey’e Nayman Ana efsanesini hatırlatır. Sarı Özek Bozkırı’nın eski devirlerinde Juan Juanlar, esir aldıkları düşmanlarının kazınmış başlarına deve derisi geçirip kızgın güneşin altında bekletirdi. Kurudukça gerilen deri, kafayı sıkar, saçlar geriye doğru uzayarak iğne etkisi yapar, beyni zonklatırdı. Bu işkenceden sağ kurtulanlar hafızaları silinmiş, geçmişlerini hatırlamayan birer “mankurt”a dönüşüyordu. İşte Nayman Ana’nın oğlu Caluman da onlardan biridir. Annesini tanımayan Caluman, efendisinden aldığı emirle ona öldürücü bir ok fırlatır. Nayman Ana’nın başı eğilir, yere düşen beyaz yazması bir kuş olup havalanır, kuş acılı ananın son sözlerini tekrar ederek gökte dönmeye başlar: “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!” O tarihten sonra Nayman Ana’nın vurulduğu bu topraklar Naymanların mezarlığı olur.

Cengiz Aytmatov “Mankurt mitolojik bir terimdi ama bizim zamanlarımızı anlatmak için de önemli bir imkândı. Totalitarizm bizi standartlaştırmak istese ve bunda kararlı olsa da bizim buna karşı direnmemizin hayati önemini anlatmak istemiştim, bu tiplemeyi eski çağlardan getirmemin nedeni buydu.” der. Bununla birlikte yazar, “mankurt”u sadece eski çağların bir yaratığı olarak bırakmaz. Gün Olur Asra Bedel’de bu motifi hem geçmiş hem şimdi hem de gelecek bağlamında işler. Yazar, kitaba tamamen hayal ürünü bir olay ekleyerek yapar bunu. Kuş uçmaz kervan geçmez Sarı Özek Bozkırı’nda Sovyet-Amerikan ortak yapımı uzay araştırma üssü kurulmuştur. Defin için yol alırken Yedigey ve arkadaşları, tellerle çevrili alanı geçip mezarlığa ulaşamazlar. Uzay araştırma üssünün Ana Beyit Mezarlığı’nda kurulması oldukça manidardır. Çünkü kapitalizm ve komünizmle dünyayı şekillendirmeye çalışan bu güçler, mukaddes sayılan geçmişi başka gezegenlerdeki hayatların peşine düşmek uğruna feda etmektedir. Aytmatov şimdinin “mankurt”una rejimin idealize ettiği Sabitcan’ı, geleceğin “mankurt”una da tanrı olma hırsına kapılmış bilim adamlarının teknolojik propagandalarla yönettiği “robot insan”ı koyar. Hatta daha da ileri giderek “Gün gelecek insanlar telsizle yönetilecek, tıpkı şimdiki otomatlar gibi.” der.