İman artıp eksilir mi?
Tasdik anlamında iman artıp eksilmez. Bir insan ya Allah’a inanıp O’nu tasdik ediyordur ya da etmiyordur. Bu anlamda iman bir imza gibidir. İnsan bir metni onaylıyorsa ya ona imza atar ya da atmaz. Bu yönüyle imanın az veya çok olması mümkün değildir. Ancak imanın bir de duygusal bağlılık ve davranışlara yansıma özelliği vardır. Bu açıdan iman güçlü veya zayıf olabilir. İmanın güçlü olması Allah’ın ve Allah’ın sevdiği şeylerin sevilmesi, bu sevgiye dayalı güzel ahlakın varlığı ve salih amellerle mümkündür.
İman, Allah’a yaklaştıran şeylerle ve İslam ahlakını yaşayarak güçlü tutulur. İslam ahlakı, Allah’ın emrettiği şekilde dosdoğru yaşamaktır. Kalbi, dili ve tüm azaları kötülüklerden korumaktır. Kalp bir gönül evi gibidir. Gönül evine Allah’ın razı olmayacağı şeyler girerse orada manevi duygular sönmeye yüz tutar. Kalbi şeytani arzulardan arındırmak için de akıl güzel şeylerle beslenmelidir. “Dervişin fikri neyse zikri de odur.” demiş atalarımız. İnsanın aklını meşgul eden, onun kalbine hükmeder. Kalbine hükmeden, davranışlarına ve karakterine yansır.
Kalbe ve akla zarar veren şeyler nedir?
Bunları iki kısma ayırabiliriz: Birincisi zararlı maddelerdir. İkincisi ise insanın düşünce dünyasını kötürümleştiren zararlı alışkanlıklardır. Bunlar genellikle zamanımızı ne ile doldurduğumuzla ilişkilidir. İnsanın meşguliyetleri alışkanlıklarıdır. Alışkanlıklarına imanın hükmetmediği kişiye alışkanlıkları hükmeder. Bu “inandığı gibi yaşayan” değil, “yaşadığı gibi inanan” insanların çıkmazıdır. Artık kalp duygulanmaz, akıl da tefekkür etmez hâle gelirse iman kan kaybetmeye başlamış demektir.
İnsanın manevi duygularına zarar veren başlıca şey günahlardır. Her bir günah kalpte kara bir leke oluşturur. Günah tekrarladıkça kalp kararır, imanın nuru sönmeye yüz tutar. Bu nedenle onları alışkanlık hâline getirmeden tövbe edilmelidir. Günahlar şeytani işlerdir. Ancak kalbe zarar veren şeyler sadece günahların işlenmesi değildir. Bilakis namazdan, oruçtan ve diğer ibadetlerden uzaklaşmak da iman duygusunun zayıflamasına neden olur.
İman kalpten gelen bir tasdik duygusu olduğuna göre dilden çıkan sözler ile kalp arasında bir bağ vardır. İnsanın sözü onun özünün aynasıdır. Doğru konuşmak, güzel sözler söylemek, konuşurken mukaddes değerlere saygıda kusur etmemek imanın gereğidir.
İmana zarar veren sözler ve davranışlar nelerdir?
İslam ilim geleneğinde kişiyi dinden çıkaran sözler elfaz-ı küfür olarak isimlendirilir. Elfaz-ı küfür, “zarûrât-ı dîniyye” olarak bilinen, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirdiği bilgileri ve dinî hükümleri inkâr etme veya onlar hakkında yakışıksız sözlerdir. İslam’ın değer, sembol ve esaslarını inkâr etme, aşağılama, kötüleme veya alaya alma niteliğindeki sözler imanı ortadan kaldırır. Her Müslümanın inandığı değerlerin saygınlığını koruma görevi vardır. Normal zamanda veya öfke ânında fark etmez, bu bir sorumluluktur. Mukaddes değerlere hakaret veya haşa sövgü Allah’a başkaldırı gibidir. Bu anlama gelecek her türlü sözden kesinkes kaçınmak gerekir. Dinî değerleri tahrif eden, itibarsızlaştıran ve onlara dil uzatmak anlamına gelen sözler imana zarar vermekle kalmaz, Allah’ın öfkesine de neden olur. Bunların yayıldığı bir toplumda huzursuzluk ve bereketsizlik baş gösterir. Gafletle dilden dökülen ve küfre götürme tehlikesi olan bu tür sözlerden derhâl tövbe edilmelidir. Böyle zamanlarda pişmanlıkla Allah’tan af dilemek, imanı yeniden tesis etmenin ilk adımıdır.
Öte yandan zaman zaman duyduğumuz bazı şarkılar, türküler veya deyimlerde Allah adının fütursuzca kullanıldığını, Allah’ın zatı ve sıfatlarına yakışmayan ifadeler olduğunu veya kadere isyan anlamına gelecek sözler olduğunu görmekteyiz. Bunlar inkâr veya aşağılama maksadıyla söylenmiyor olsa bile kalpteki iman duygusunu yaralar niteliktedir. Şaka, eğlence veya örnek… Hangi amaçla olursa olsun mukaddes değerlerimize yaraşmayan sözlerden sakınılmalıdır. Tüm bunlar imana dokunan birer ateş huzmesi gibidir. Ateşin nereye kadar uzanacağı bilinemez. İmanı tümden yakıp kül edebilir.
Son olarak bilinçsiz internet kullanımının da duygularımıza zarar verdiği aşikârdır. İnsan, mahşerde “ömrünü nerede tükettiğinin” hesabını vereceğine göre cep telefonlarında ve internette harcanan zamana dikkat etmeli, dinen helal kabul edilmeyen sözlü ve görüntülü yayınlardan uzak durmalıdır. Zira bunlar sadece insanın gözünün ışığına değil, iman nuruna da zarar verebilir. Keza sosyal medyada insanların kişilik haklarına saldırmak, yalan bilgi vermek, insanlara ve kutsal değerlere saldırmak da kalbin katılaşmasına ve imanın tadını kaybetmeye neden olur. Bu şartlarda imanın sağlıklı bir şekilde varlığını koruması düşünülemez. Her birimiz göze, kalbe ve akla zehirli bir ok gibi düşen yayınlardan uzak durmayı, hikmetli ve yararlı şeylerle zaman geçirmeyi başarabildiğimiz zaman imanın da zevkine varacağız.
Dinî esasları açıkça reddettiğini duymadığımız bir kişinin kâfir olduğuna hükmedebilir miyiz?