Kırmızı Balon

Çocukluk, küçük mutlulukların ve kırgınlıkların içimizde büyüdüğü, hepimizin ilk durağı olan çocukluk… Tutunacak dala en çok ihtiyaç hissettiğimiz, bütün hayatımızda izlerini bulabileceğimiz büyülü bir zaman dilimi. Her şeyin başlangıcı, masumluğumuzun şiarı, ömrümüzün ilk durağı. Bir çocuk ne ister ki hayattan? Kurduğu oyunun içinde kendini unutmak ona yetecektir çoğu zaman.

Le Bollon Rouge (Kırmızı Balon)

1956 yılında Fransız film yapımcısı Albert Lamorisse tarafından çekilen çocuk dünyasını ele alan düşündürücü bir film. Bu filmin Oscar kazanabilmiş tek kısa film olduğunu da söyleyelim. Filmde bulduğu kırmızı balonla mutlu olan ve onu yanından ayırmak istemeyen bir çocuğun -Pascal- balonuyla yaşayabilmek için verdiği mücadeleyi görüyoruz. Burada parıl parıl parlayan bu göz alıcı balonu mutluluğun sembolü olarak düşünebiliriz. Hayatın yoruculuğu karşısında neye tutunuyorsak ve hayatımıza nelerin renk kattığını düşünüyorsak filmdeki kırmızı balon onları temsil ediyor.

Ancak film bize çok da mutlu bir tablo çizmiyor. O günün Paris’inde katı disiplin kuralları vardır. Okul, kilise gibi yerlere hatta otobüse bile balonun girmesi yasaktır. İnsanlar ciddi, kurallar sıkı ve herkes tek tip olmalıdır. Kuralların geçerli olduğu yerlerde hayaller ve çocuksu coşkular kapının dışına atılır. Tıpkı filmde olduğu gibi. Burada film aracılığı ile okul dâhil birçok mekânın çocuk ruhundan ne kadar uzak olduğu gösterilmeye çalışılmış. Okulda çocukları kilitlemek için bir oda bile var. Nitekim okula balonla geldiği için Pascal gün boyu bu odada kilitli kalır. Büyükler, çoktan unuttukları çocuklukları bir yana nerede bir kırmızı balon –neşe parıltısı- görse ona gözlerini dikmektedir. Çünkü biraz neşe bile otoritelerini sarsabilir. Çocuklardan büyük olmanın verdiği kibri okul müdürünün yüzünden okuyabiliriz filmde. Çünkü okulda otorite ve güç sahibi odur. Güçlü olan güçsüz olanı ezer. Bu katı kuralcılığı filmin dekoru çok güzel yansıtmış. Savaş sonrası Paris sokaklarında her yer gri ve soluk. Duvarlar, evler, okul renksiz yani boyasız. Her şey durağan ve sıradan.

Filme geri dönecek olursak hiçbir yere istenmeyen kırmızı balonunu yitirmemek için çabalayan Pascal endişelense de balonu onu bırakmaz ve onun peşinden gider. Okul çıkışı beyaz saçlı kadın onu camdan atar, çocuklar da onu kovalayınca havalanıp yükselir ve ilk fırsatta gelip kendini yine çocuğun avuçlarına bırakır. Burada gerçeküstü bir yaklaşımla balonun kişileştirildiğini görürüz. Balonun da oyun oynadığını, insanları tanıdığını, çocukla kalabilmek için çabaladığını film boyunca izleriz. Yine kırmızı balonun mavi balonu görünce çekimine kapılması ve ona yaklaşması, Pascal’ı cezalandıran okul müdürünü takip ederek onu kızdırmaya çalışması onu artık cansız bir nesne olmaktan çıkaran ve kişilik kazandığını gösteren güzel detaylardan. Pascal beyaz saçlı bir kadınla yaşamaktadır; buradan anne ve babası olmayan bir çocuk olduğunu ve ninesiyle kaldığını düşünebiliriz. Kendisine destek olacak bir arkadaşı da yoktur. İyi niyeti ve temiz dünyasına karşın yalnız bir çocuktur. Belki de bu yüzden ona ihtiyacı olduğundan balon onu bırakmaz, bırakamaz. Aralarındaki bağ günbegün kuvvetlenir.

Filmde büyüklerin balonu istememesi bir yana diğer çocuklar da Pascal’ın elinden balonunu almaya çalışır ve kıskançlık içerisinde kırmızı balona gözlerini dikerler. Ve onu bir türlü yakalayamayınca patlatmak niyetiyle hep beraber Pascal’ı ve balonu takip ederler. Bu çocuklar katı disiplin kuralları arasında sıkışmış, otoritenin olmadığı ilk yerde gücü ele almaya çalışan insanların temsilidir. Böyle gelmiş böyle gider, dedirten bir döngünün eseridirler. Onlardan hareketle filmde, kendinde olmayan her güzelliğe göz dikmenin ve hırsın, insanları nasıl acımasızlaştırdığını izleyiciye gösterilir. Kendilerinden kaçan balona diş bileyen çocuklar onu patlatmak için iş birliği yaparlar. Oldukça durağan olan filmin bu sahnesinde bir koşuşturma başlar. Balonunu korumak için canhıraş koşan Pascal ve etrafını kuşatan diğer çocuklar… Mutluluğu bulmaktan daha zor olanı onu korumaktır. Pascal’ın artık kaçacak yeri yoktur ve olanlar olur. Pascal bu sahnede yaşananlardan sonra yorgun ve üzgündür. Yaşadıkları üzücü olsa da bu yalnız ve masum çocuğu başka bir sürpriz bekliyordur. Şehirdeki tüm balonlar havalanır, bir araya gelir ve Pascal’ı bulurlar. Gökyüzünden kendine doğru gelen balonlara şaşkınlıkla bakan Pascal gülümser. Ve rengârenk balonlar onu yeniden mutlu eder. Acaba renkli balonlarla Pascal’ı nasıl bir mutluluk bekliyordur? Bu kısmı siz kıymetli okurlarımızın seyrine bırakıp biz film üzerinde düşünmeye devam edelim. Kırmızı balon mutluluğu temsil ediyorsa bu rengârenk balonlar da umudu temsil ediyor diyebiliriz. Bir şeyi katışıksız sevmek ve onu kaybetmeyi istememek doğamızda var. Ancak bu dünyada hiçbir şey sonsuza kadar bizimle kalamıyor. Kırmızı balon gibi yitip gidiyor. Yine de bunların ötesi var. Bu dünyanın ötesi…