Elleri titreyerek bavulunun fermuarını kapattı. Ayağı yer sergisinin kalkmış kenarına takıldı. Gözleri de üzerindeki desene. Yutkundu. Son saatleriydi. Ruhunda ince bir sızı ve burukluk hissetti. Babası ile konuşmaları ve o sergide oynadıkları oyunlar geldi aklına, bir emaneti daha yüklendiğini fark edip babasına verdiği sözü hatırlayarak hızla kapıya yöneldi. Pasaportunu ve öğrenim belgelerini yerleştirdiği dosyayı son bir kez daha kontrol ettikten sonra çantasına özenle yerleştirdi. Valizini dış kapı hizasındaki duvara yasladı. Annesinin yeni aldığı ayakkabısına bakıp gülümsedi.
Babası yıllar önce bu kapıdan uzun bir yolculuğa çıkmış ve bir daha dönmemişti. Annesinin ve kardeşlerinin tatlı telaşlarına onun da ortak olmasını çok isterdi. Başka bir ülkede eğitim alma hakkı kazandığını bilse ne kadar sevinirdi. Akşam yemeklerinden sonra evlerinin tek odasında babasından dinlediği Anadolu hikâyelerini rüyalarında görmeye devam etti yıllarca.
Okuduğu okul, bulundukları bölgenin tek lisesiydi. Bölgede okula gidebilen çocukların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Yaşadıkları yerin çıkışında durak gibi bir yerden bindikleri araçta her gün pek çok macera yaşarlar ve tüm sıkıntıları gülümseyerek savarlardı. Yeter ki okullarına kavuşsunlar. Çünkü yaşanan bütün olumsuzluklar binaya girdikten sonra önemsizleşirdi.
Bir gün öğretmenlerinde daha önce görmedikleri bir heyecana tanık oldular. Elindeki beyaz kağıda bakarak gülümsüyor, neşeli sesiyle yüksek öğrenim için başvuru yapabilecekleri bir program hakkında art arda bilgiler veriyordu. Sınıfta bayram havası esmeye başlamıştı.
Başvuruya karar verme, mülakata çağırılma ve sonucu bekleme derken yaz ayının nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Babasının emaneti, annesinin duasıyla birleşince nasıl da güzelleşiyordu hayalleri. Sonuçların açıklanmasını beklemek zor geliyor lakin vatanı için yapmak istediklerini düşündükçe, sabrını diri tutuyordu.
Kabul süreci hakkında e-posta haberinin gelmesi, müjdeyi kuşlardan beklemek gibiydi onun için... Büyükelçiliğe gelen haber müdüre, oradan okula ve öğrencilere ulaşacaktı. Her gecenin sabahında gökyüzünde aranmaya benziyordu sanki bu haberi beklemek... Güneşin evlere doluşmasından önce ilk kuş seslerinin semaya ulaşmasını duyar insan… Annesinin gözlerinde haberin gelmesinden önce yer edinen umut ve korku artık onun da gözlerinden yaş olup akıvermişti. Hazırlıklar yapılırken, vedalar da eklendi günlere. Hayırlı olsun ziyaretleri, hediyeleşmeler, sözleşmeler, büyüklerinin duaları ve nasihatleri valizine ilk yerleştirdikleri olmuştu. Belki de en çok bu anlara ihtiyacı olacaktı ülkesinden çok uzaklarda.
Valizi evin yakınına gelen araca taşımak için arkadaşları seferber oldu. Bir bayram havası kapladı toprak kokan sokakları. Kardeşleri arkasına saklanıp hüzünlerini örtecek kuytu ararken annesi büyük bir tas içinde dağıtmak için hazırladığı paralara koku sürmeye çalışıyordu. Sevinçlerinde, şükürlerinde ve hüzünlerinde paralara kokular sürerek dağıtmak babasından kalma bir aile geleneğiydi. Emaneti emanet edenin, emanet edilene hürmetiydi bu. Bir de yüzleri gülen gözlerden akmaya meraklı yaşlar... Uğurlamaya gelenlerin ellerine sinen o koku en çok neyi anımsatacaktı?
Uzaklık arttıkça korkmak, yükseklik arttıkça ürpermek gerekirken, ülkesinden ülkesine ulaşan bir huzur vardı üzerinde. Evinden ayrılmış olmanın burukluğu bir anda büyümenin cesaretine dönüşmüş, yeni insanlar yeni ufuklar eklenmişti hayatına. Yurt ortamı büyük mesafelerin anlamsızlığını bağıran mini bir dünya gibiydi. Renklerden, tonlardan, seslerden ve dillerden oluşan harika bir cümbüş alanı, benden bize giden bir ırmağı andıran… Valizinin içinden dolabına yerleştirdiği tüm eşyalarında vatanından getirdiği kokular ve renkler ilk hâlleri gibi gülümsüyorlardı. Bir daha ne zaman döneceği belli olmayan bu yolculuk, yürümeye yeni başlayan bir çocuğun acemiliğini de barındırıyordu sanki. Nasıl davranacağını önce gözlemlemek sonra taklit etmek sonra da kendince uygulamak sırasını takip ediyor, bu sayede daha önce gelmiş arkadaşlarının tecrübelerine tutunmak alışmasını kolaylaştırıyordu.
Ailesini, memleketini özleyen arkadaşları ile konuşmadan birlikte ağlayabilmek, şehrin sokaklarını susar adımlarla merakla yürümek, bilmediği bir yemeği tadarken aynı tedirginliği yaşamak, verilen bilgiyi anlamadığı hâlde anlarmış gibi yapıp sonra binbir çabaya düşmek aynı dili konuşmayı gerektirmiyordu. Yanlış telaffuz edilen bir kelimeye gülen arkadaşlarına karşı şaşkın şaşkın ama samimiyetle bakmak da…
Bursunu aldığı ilk gündü. İçerisinden bir miktarı ayırarak kalanını dolabının en güzel köşesine yerleştirdi. Defterinden bir sayfayı özenle zarf hâline getirerek yapıştırdı. Ayırdığı paraları düzelterek üzerlerine en sevdiği kokudan sürüp zarfa yerleştirdi. Ve kapattı. Cuma vaktine bir saat kala yurttan çıktı. Okulun yolu üzerinde bulunan vakfa uğradı. Elindeki zarfı oradaki görevliye gülümseyerek verip yola devam etti. Zarftan süzülen kokuya dalan görevli onun ardından uzun uzun baktı.
O kokunun göğü kapladığı gün armağan mıydı?