İşte bu, dedi Pervin “Ben bu güzeller güzeli Atta ile yalnızlığımı gideriyorum.”
Hiçbir şey anlamadı Semiha, ortalıkta hiçbir şey göremiyordu.
Pervin’in parmağını uzattığı tarafa bir daha baktı. Bu sefer ayağa kalkıp doğruldu, başını sağa sola çevirdi. “Neden bahsediyorsun sen ayol, hayalleniyorsun galiba!” diye çıkıştı.
“Evet, hayal kadar gerçek, hayalden daha gerçek.” diye karşılık verdi Pervin.
Masaya uzandı iki parmağı arasına kıstırdığı şeyi itina ile avucunun içine yerleştirip sanki bir sırrı ifşa ediyormuş gibi Semiha’nın ağzının dibine kadar yaklaştırıp bütün neşesi ve uçukluğuyla avucunun içindekini bir yandan parmağıyla okşarken bir taraftan da “Semiha teyzesi şuna bak n’olur, var mı benim prensesimden daha güzeli?” diye dil döküyordu.
Pervin’in avucunun içindekinin bir karınca olduğunu görünce şaşırıp kalmıştı Semiha. Kedi, köpek, sincap, tavşan hatta fare sahipleneni bile görmüştü şu hayatta ama karınca sahipleneni ilk defa görüyordu. “İlahi Pervincim,” dedi “bu muydu güzeller güzeli Atta dediğin prensesin?”
Pervin, Atta’yı avucunun içinden alıp bu kez sağ elinin üzerine yerleştirmişti. Ah Semihacım bir alışsan inan ki sen de çok seversin prensesimi, diye karşılık verdi.
Semiha şaşkın şaşkın Pervin’in beslediği karıncayı nasıl kocaman cüsseli bir hayvanmış gibi sevip bağrına basışını seyre dalmıştı. Alt tarafı bir karıncaydı. Bu kadar muhabbeti kısacık zamanda nasıl biriktirmişlerdi anlamaya çalışıyordu.
Karınca Atta masanın üzerinde lahana yapraklarını çenesiyle hiç zorlanmadan koparıp başının üzerine bir şemsiye gibi dizerken Pervin tam karşısındaki sandalyeden onun maharetlerini arkadaşına ispat etmekle meşguldü.
“İsmi de tam çocukça gitme arzusunu çağrıştırıyor, ‘Atta’ pek de güzelmiş.” dedi Semiha karıncanın farklı marifetlerini gülümseyerek izlerken.
“Yok,” dedi Pervin, “bu Atta başka Atta teyzesi, benim prensesimin adını koyanlar öyle koymuş: Atta Cephalotes!”
İri ve uzun bacakları vardı Atta’nın. Hani Pervin Hanım ona “Hadi Attaa gidelim!” dese koşa koşa gitmeye şimdiden hazır gibiydi. Üstelik yağmurlu havalara karşı kendisi için ölçüp biçip korunaklı yapraklardan hazırladığı şemsiyeyi de kafasına geçirerek.
İki dirseğini masaya yaslayarak dikkatlice Atta’yı inceleyen Semiha’nın bakışı birden bu fazlasıyla hiperaktif karıncanın gözlerinde parladı. Şaşkınlığını arkadaşıyla paylaştı: “Aaaa! Bakar mısın, bunun harbi harbi göz kapakları yok!”
Güldü Pervin, arkadaşının yavaş yavaş olup bitene vâkıf olduğunu görünce mutluluğunu gizleyemedi: “Semihacım çok yaşa! Masanın ta karşı ucundan Atta’nın olmayan göz kapaklarını görebildin ya artık sen de bizdensin!”
Semiha belli ki arkadaşının kendisiyle ilgili hevesini kırmak istemiyordu. Avucunun dört parmağıyla ağzını kapayarak, ortada bir olağanüstülük olduğunu anlatmaya çalışır gibi masadan yavaşça doğruldu. Pervin’le göz göze gelerek: “Üstüme iyilik sağlık, yoksa üzerime karınca duası mı okuttunuz, Pervincim senden korkulur!” diye söylendi.
Karıncalarla ilgili daha pek çok şeyi anlatmak istediyse de son anda vazgeçti Pervin. Sadece bir şeyi söyleyip sustu: “Karıncalar koloniler hâlinde yaşarlar. İtiraf etmeliyim ki ben bu karıncayı kolonisinden koparıp aldım. Çalışmaktan sıra gelirse bir parça uyurlar o kadar. Bu bir parça uyku için de göz kapağına ihtiyaçları yok sanırım. Şayet bu hayvancıklarla bir hayat kurmak istiyorsa bir insan, onlar kadar çalışkan ve iş sever olmalıdır. Semihacım, benim niye karınca gibi çalışıp evin içinde dört döndüğümü şimdi anlamışsındır sanırım.”
Semiha takılmadan edemedi: “Yok yok arkadaşım, sen ağustos böceği ile de bir hayatı paylaşsan, bu enerjiyle onu bile kendine uydururdun!”
Birden o kadar ünsiyet kesbetmişti ki bu 1,75 cm uzunluğundaki hayvancağızı kucağına almak geldi içinden. Masaya, karıncanın toz şekerine doğru yürüdüğü tarafa doğru davrandı Semiha. İri kollarından tutup omuzlarına aldı. Sonra yukarıya tavana doğru kaldırıp sağa sola doğru sarkıtarak gerisin geri tekrar aldığı yere bıraktı. Kollarında bir buçuk yaşında gürbüz bir çocuğu kaldırmış gibi dinginlik hissetti.
Pervin bir süredir karınca Atta’nın hareketlerini izlemeyi bırakmış dikkatini Semiha’nın karıncayla kurduğu diyaloğa vermişti. Yerinde duramıyor, odadaki öteberinin yerlerini değiştiriyormuş gibi yapıp çaktırmadan arkadaşının başka zaman kendinin bile şaşıracağı davranışlarını takip ediyordu.
“Hayırdır Semiha?” dedi Pervin arkadaşının yüzüne istifhamla bakarak.
“Başka ne olacak elbette hayır!” diye karşılık verdi Semiha.
Karınca kararınca bir katkım varsa bu hayırda ne mutlu bana! diye düşündü Pervin. Arkadaşının yamacına kadar sokularak sanki birlikte okudukları bir romanın özet cümlesini söylüyormuş gibi ağzındakini yuvarlayıverdi:
“Sevmeyene karınca yük/ Sevene filler karınca/ Dağı bile taşır insan/ Âşık olup inanınca”