Alışveriş yaparken mağazada kulak misafiri olduğum iki beyefendinin konuşması dikkatimi çekti. Ali ismindeki beyefendi, yaklaşık iki ay önce ilan verdiği arabasını satmak istiyormuş. Arayıp soran, pazarlık eden pek çok kişi olmasına rağmen bir türlü satamamış, ciddi anlamda paraya sıkışmış, biraz indirim de yapmış ama nafile. Onu dinleyen Ahmet Bey, birkaç teknik soru sorup arabası ile ilgili birtakım tavsiyelerde bulundu. Ali Bey onun verdiği tavsiyeleri zaten yaptığını söyledi. Ahmet Bey de son kozunu oynadı: “E Ali, vardır bunda da bir hayır, duanı et Allah elbet bir kapı açar.” İşte tam bu sözün üzerine Ali Bey’in beni olduğum yere çakan o cevabı geldi: “Ooo Ahmet abi işimiz duaya kaldıysa yandık, mümkün değil satamam ben bu arabayı.”
Şahit olduğum bu konuşmada duanın hafife alınması beni rahatsız etmişti sanırım. Ali Bey bence çok yanlış düşünüyordu ama “Bir dakika niye öyle düşünüyorsunuz, aslında şöyle böyle…” diyerek müdahale etmem mümkün değildi aynı zamanda haddim değildi. Dua ile ilgili söylenen cümle bir süre duraksamama sebep olsa da en nihayetinde alışverişe devam ettim.
Edilen laflar o ân içinde bulunulan durumun dışa yansıyan veçhesidir. Çoğu zaman da insanın genel ruh hâline, değer yargılarına, hayata bakışına ve inancına dair ipuçları verir. Modern çağda, materyalist ve seküler hayat anlayışının toplumlar üzerinde baskın bir düşünce tarzı olması Müslümanların zihin dünyalarında da bu akımların etkisini görünür hâle getirdi. Materyalizmle birlikte metafizik âleme dair pek çok öge insanın ilgi alanının dışına çıktı. Seküler hayatın benimsenmesi de dinî motiflerin belli sınırlar içerisinde insan hayatında yer edinmesine zemin hazırladı. Farkında olmasak da zihnimiz işleri kategorize ederek dünyevi olan ile uhrevi olan arasına bir duvar örüyor. “İşimiz duaya kaldıysa…” ifadesi de seküler hayatın çizdiği sınırı hatırlattı bana. Araba satmak, insani ilişkileri sürdürmek, eğitim almak vb. sosyal hayata dair konularda dua etmek ve işi Allah’ın yardımı ile yürütmek abesle iştigal. Sanki Yaratıcı, dünya işlerine pek karışmayan ancak uhrevi hayata dair durumlarda dua edilmesi gereken bir varlık. Oysa İslam, insan ile yaratıcısı arasında çok canlı bir iletişim alanı tesis eder. Allah, kullarıyla vahiy aracılığı ile iletişim kurarken dua da kuldan Rabbe yönelik iletişimin adı olur. Allah, bu iletişim için herhangi bir sınır belirlemediği gibi insanların kendi nezdindeki değerini ibadet ve dua ile yakınlaşmaya bağlar. “…Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkân, 25/77) ayeti de insana bu gerçeği hatırlatır.
İnsan aklını ve iradesini kullanarak yeryüzünde birçok işe güç yetirebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır. Yaptığı icatlar, bilimsel ve teknolojik gelişmeler insanoğlunun kabiliyetleriyle ne denli başarılı olabileceğini de gösterir. Modern dönemde insanı güç merkezi olarak görmeye başlayan birçok düşünce yapısı etkin bir biçimde gündem oluşturdu. Özellikle 2000’li yılların başında kişisel gelişim kitapları okurlarına “Sen istersen her şeyi yapabilirsin, yeter ki iste!” dedi. İnsana hayatında istemediği şeyleri değiştirmesinin birkaç hamlede başarılabilir basit yönergeleri sunuldu bu kitaplarla. Kendini çok önemseyen, gücün kendi elinde olduğunu düşünmeye başlayan insan ile Yaratıcısı arasındaki mesafenin açılması da kaçınılmazdı bu süreçte.
İnsan yaratılmışlar arasında çok özel ve üstün bir yere sahip olsa da en nihayetinde kendisi de yaratılmış bir varlıktır ve iki yönlü bir yapıya sahiptir. Madde kadar maneviyata da muhtaçtır. Kendini ve dünya hayatını ön plana çıkararak maneviyatı görmezden gelmeye çalışması onun bu ihtiyacını ortadan kaldıramaz.
Din sosyologlarına göre, “Modern dünyada din belki otorite konumunu kaybetmiştir ama kültürel fonksiyonları sürmektedir. İnsanlar mabetlere gitmeseler ve dine kurumsal bir aidiyetle bağlı olmasalar bile ruhun varlığına, tabiatüstü olan Tanrı’ya ihtiyaçları devam etmektedir.” Semavi dinlerin müntesiplerinin yanında yeni dinî hareketlerin, Doğu mistisizminin, birtakım hurafe ve totemlerin insan hayatında yaygın bir biçimde varlığını sürdürmesi de bu gerçeği bizlere hatırlatır.
İslam, insana bu noktada fıtratına en uygun olanı teklif eder. Dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında dengeyi gözetmesini söyler. Günlük rutinlerin bile niyetle salih amel kapsamına gireceğini böylece her bir davranışın hem dünya hem ahirete dönük sonuçlarının olacağını bildirir. Bu durumda niyet ve dua Yaratıcı ile kurulan bağ olur. Hz. Peygamber’in uyandığı ânda şükür ile güne başlayıp her işin hayırlısına niyet etmesi her bir durumu duaya vesile kılarak Allah’a yönelmesi bizler için iyi bir örnektir.