Bayram Arifesi

Danyal, bir kez daha sağına döndü. Bu sefer olacak ve saatlerdir beklenen uykuya dalacaktı. En son soluna döndüğünde de böyle düşünmüştü ama şimdi farklıydı; daha yorgun hissediyordu kendini. Bu dolunay gibi berrak hükme inanmaya ihtiyacı vardı. Gözlerini yumdu. Bekledi; kımıldamaksızın bekledi, derin nefeslere geçti, vücudu gevşedi, rüyanın işaretleri belirmeye başladı, işte şimdi diye düşündü, bekledi ve gözlerini açtı.

Yatakta beklemek eziyete dönüşmüştü artık. Kalkıp pencereye yaklaştı Danyal. Perdeyi aralayıp gökyüzünü inceledi; evet, geceydi, olgun bir geceydi; kaç saattir yeryüzünü kuşatmış vaziyetteydi. Güneş yakınlarda olmalı diye teselli etti kendini. Gökyüzünün kenarında köşesinde bir ağarma aradı. Karanlığın seyrelip ışığın sızmaya başladığı o yeri gördüğü anda bayram gelmiş olacaktı onun için. Aradıkça sanki gece gözlerini ele geçiriyordu. Artık nereye baksa karanlığı oraya taşıyor ve eşyalar siyaha gark oluyordu. Son bir kez uyumayı deneyecekti.

Sırtüstü uzanıp tavanı seyretti Danyal. Gölgelerden başka görebildiği bir şey yoktu ama onlarla oyalanarak belki uykumu getirebilirim diye düşündü. Bu sefer gözlerini kapamayacaktı uykuya yenik düşene kadar. Gölgeler usul usul hareket etti ve ağacın dalları gibi görünen şekiller uzun bir yola dönüştü. Dümdüz ve ciddi bir yola. Kıpırtısızdı. Üzerinde ne bir canlı görünüyordu ne bir araç. Ne kavuşmak ne ayırmak içindi bu yol. Gölgeler yeniden hareket etti. Koca bir kazan belirdi tavanda. Bayram şerbeti, dedi fısıltıyla. Hatırlamak, o günlerin kapılarını açtı ve ılık meşrubatın tadını aldı yeniden. Bardağı bitirince dudakları yapış yapış olurdu. Kıpkırmızı dudaklarla koşardı bir ordu çocuk. Mutluluk çığlıkları, bayramın elini kolunu bağlardı. O zamanlar sanırdı ki bayram, gökyüzü gibi başının üstünde uzayıp gidecekti ömrü boyunca.

Ağzında şerbetin tadını duyarak sağına döndü. Gölgelerin yeni sahneler açmasını istemiyordu, sadece hatırlamak istiyordu; o zamanda yavaş yavaş dolaşmak. Bu tatta kaygısız ve mutlu yıllar vardı. Bayram sabahlarını çıkarıp getirdi. Onların varlığını hissetmek, uykusuz kalmaya değerdi. Tertemiz çoraplarla içine girdiği parlak ayakkabılarını hatırladı. Özenle taranmış saçlar, bitmek bilmeyen oyunlarının semeresi kirli parmaklardan yarım gün de olsa uzaklaşma… Kendisini sevimli ama en önemlisi temiz bir çocuk hâline getiren annesinin elini öperdi önce. Bunu akıl edemeyeceği için annesi ona yardımcı olur, saçını taramayı bitirince öptürmek için yüzüne doğru kaldırırdı elini. Bu öpüşle bayram başlamış olurdu Danyal için.

Pasaklı dolaşmaya alışmak, temiz olmaktan utanmayı gerektiriyordu. Annesinin “Hadi babanın elini öp.” sözlerini duyunca yanına gitmek için çekinirdi. Kapı aralığından masa başında gazetesini okuyan adamı incelerdi bir müddet. Zihninde dönüp dururdu kapıdan geçip yanına gidişi, karşısına dikilince “Bayramın mübarek olsun baba.” deyişi. Hayalinde her şey çok kolay görünüyordu ama neden bir türlü eşiği aşıp geçemiyordu. “Gel bakalım delikanlı.” sözlerini duymak içindi belki bekleyişi. Babasının talimatı, görünmez bir kement olurdu boynuna atılan. Ucunu elinde tutanın yanına gitmekten başka çare kalmazdı.

Bu fasıl da bittikten sonra özgürlük olanca gücüyle gelirdi. Sokaklarda koşarken ilk harçlığının cebinde şıkırdaması, mutlulukların en büyüğüydü. Şerbetin tadı bir anda silindi damağından. Görünmeyen bir el onu sırtüstü yatmaya zorluyordu sanki. Gölgelerin sona bıraktığı görüntüler vardı. Her bayram arifesi aynı şeyi yaşamaktan biliyordu onu nelerin beklediğini. Şimdi uyuyabilseydi, derin derin, huzurla; gölgesiz, hatasız… Danyal gönülsüzce dikti gözlerini yeniden tavana ve beklemeye başladı. Bu son perde oynanmadan kurtuluşa eremeyeceğini biliyordu.

Gölgeler yeniden harekete geçti. Başıboş, rastgele dokunuyorlardı tavanın her yerine. Bir şekle dönüşecekleri anda yeniden dağılıp kuru dallar oluveriyorlardı. Derken oyun bitti ve gölgeler sıra sıra dizilmiş mezar taşlarına dönüştü. Kalbi hızlandı. Bu hikâyeyi ne yazık ki çok iyi biliyordu. Mahalleden uzak bir araziye yayılmıştı mezarlık. Soluğunu tutmuş bekliyordu. Bir kulübeye dönüşecekti birazdan kuru dallar ve geri almak için sahip olduğu her şeyi geri vermek isteyeceği o gün yeniden yaşanacaktı zihninde.

Mezarlığın yanı başındaydı yaşlı kadının kulübesi. Ölüme o kadar yakındı ki onu dirilerden çok ölülerden sayardı herkes. Kimsesi olmadığı gibi mahalleye hiç gelmez ve kimseyle görüşmezdi. Gençliğiyle alakalı türlü türlü hikâye dolanırdı insanların arasında. Bu hikâyelerin bazısına göre zengindi bir zamanlar. Köklü bir ailenin biricik kızı için talihlerden talih beğenemezmiş ailesi fakat bir yolculuk dönüşü elim bir kazayla aile darmadağın olunca kız malı mülkü terk edip ortadan kaybolmuş. Yıllar sonra mezarlığa komşu bir yaşlı kadın olarak ortaya çıkmış.