Söylene Söylene Değişmiş

Bir misafir hem de çok mühim bir misafir düşleyelim. Kapımızı araladı ve içeriye ılık bir rüzgâr gibi doluverdi. Uykumuza, yemeğimize bir şekerin çaya katılışı gibi katıldı ve onlarla bütün oldu. O evde salınırken ev daha bir ev, sofra daha bir sofra oldu. Kulsa daha bir kul. Aczini anladı. Misafir, rahlesine oturttuğuna iyice belletti: Sana bu getirdiğim hediye artık bir yıl yeter. Yine gelirim, ruhuna bu cesette izin verilirse. Sonra rahlesini topladı ve gidiyor. Gitmenin adına bayram denilir mi?

Mübarek ramazan evlerimize gelirken bir bayram giderken bir bayram bırakıverir. Geldi, bayram. Tam otuz gün. Vazifesini tamamladı ve gidiyor. Yine bayram. Yalnız bizdeki bayram, modernitenin dayattığı tek güne, birkaç saate indirgenmiş tamamen hazza ve tüketime sevk ettiren bir bayram değil. Bir şuur bayramı. Modernite, sadece dirileri alır kutlamalarına. Bizim bayram sabahlarımızsa namazla ve mezarlıkları ziyaretle başlar. Üstat Karakoç’un dediği gibi: “Sevincin en şiddetlendiği anda ölüm ihmal edilmez. Atalarla, ölülerle de bayramlaşılır.” Gidiyor ramazan, bayramı hediye ederek.

Kelimenin ruh dünyamıza bıraktığı asli kısmından uzaklaşıp biraz da kökenine bakalım. Girizgâhtan da anlaşılacağı üzere bu yazıda misafir edeceğimiz kelime: Bayram. Eski Türkçede (sadece Oğuzcada) festival, kutlama gününden evrilmiştir. Eski Türkçe “badrām”, “neşe, coşku” sözcüğü ile eş kökenli olan kelimeyi Orta Farsçada “padrām” şeklinde görüyoruz. Anlamı yine aynı minvalde; neşe, huzur, mutluluk, sükûn. Kelimenin aynı zamanda Soğdca aynı anlama gelen “patrām” sözcüğünden de alıntı olduğunu belirtelim.

Oğuzlara özgü bu sözcük, Kaşgarlı’ya göre İran kökenli “badram (sevinç)” ile ilintili. Ama kimi araştırmacılara göre kelimenin “bayra-” fiilinden türemiş olması da olasıdır. Kelimenin tespit edilen en eski kaynaklardaki durumuna bakalım bir de. Kaşgarlı’nın Divanü Lugati’t-Türk’ünde, “yawma’l-īd” şeklinde bir açıklamayla yer alıyor. Yani Kurban Bayramı. Mukaddimetü’l-Edep’te ise şöyle bir cümle karşımıza çıkıyor: Bayramka hazır boldılar. Yani bayrama hazırlandılar.

Arapça kökenli “îd” ya da “ıyd” da bayram anlamına gelmekte. Kökeni “avd-avdet” yani geri dönmek. Demek ki bayram kelimesi bir bitişin değil bilakis geri dönmenin, mutluluğun, şölenin devam ettiğinin, edeceğinin de muştusunu taşıyor.

Demek ki bayram, nihayete ermenin değil bir sonraki vuslatın da habercisi hüviyetinde. O zaman Ramazan Bayramı vakti gelince biz, ramazanı yolculayıp kapıyı kapatmıyoruz. Kapıyı aralık bırakıp dönüşünü beklemeye koyuluyoruz. Ha geldi ha gelecek diye. Şimdi bizi rahmet yağmurlarınla ıslatıp gidiyorsun ya ey ramazan, dönüş müjdeni bayramınla aldık. Kapılarımız hep aralık, sürgüleri takmadık. Peki, öyleyse gönlümüze çöreklenen bu hüzün niye? Olsa olsa fânilikten. Ya o aralık kapının başında bekleme süremiz biterse, kapıyı açanlardan biri de biz olamazsak diye. Olsun, can bula cananını, bayram ol bayram ola. Vesselam.