Tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı,
tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır.
Hermann Hesse
İnsan kendisine ilave etmek için okur, gezer, yaşar fakat bazen durum farklı olabiliyor. Yaşadıkça eksilip varlığına aynada dahi ispat arayabiliyor kişi. Böyle zamanlarda vicdan devreye girip bir terazi işlevi görüyor. Eksilmek, vicdanın yosun tutmayasıyla ve insanın kendisini, kendi öz benini yani iç mahkemesini görmezden gelmesiyle başlıyor. Kendi davranışları hakkındaki yargıları onu ya rahat bir yaşamın kollarında büyütüyor ya da hastalıklı bir ruhun huzursuzluğunda. “Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?” der Barış Bıçakçı. Çünkü gördüğümüz, vicdan muhasebesinin küçük senaryosudur. Her bitişin sonu müzmin başlangıçlara gebeyken yaşanan olay ya da durumlara kolayca nokta koyabilmek vicdanımız konuştuğu sürece söz konusu değildir.
Kritik bir anda hakikati gören ya da hisseden kalp, vicdana sinyal gönderir. Sinyaller bazen zamanında bazen de çok sonradan gider muhatabına. Geciken her sinyal insanın vicdanını biraz daha karartır ve onu hastalıklı ruha biraz daha yaklaştırır. Üzerinde düşünüp taşınmadan yaptığımız her eylem, vicdan süzgecinden geçmeyebilir. Daha önceki deneyimlerimizle ilintili olan değerlendirme aşaması, zaman algısını da etkisiz hâle getirir. Çünkü zamanında gerçekleşmeyen her durum, olması gerekirken olmayan her olay, yaşanılması gerekirken yaşanılmayan her an; insanın kalbine külfet, vicdanına çengeldir. Dinî veya ahlaki öğretiler doğrultusunda hareket eden bir doktorun, ötanazi ya da kürtaj yapmak istememesi defalarca tartışılmıştır. Zira birinin hayatını sonlandırmak bir başkasının elinde olmamalıdır. Bir hayatı bir kişiden çalmak vicdan sızısının en şiddetlisidir. Bir bombayı imal eden, bir savaşı başlatan, bir can kaybına bile isteye sebep olan, daima mutsuzluk girdabında debelenip duracaktır. Aynı zamanda vicdan duygumuzun altında inkâr, kızgınlık, dargınlık barınır. Çünkü insan, kalbinde sinsi bir mahkeme taşıdığı sürece, yapılan hatalar yakasını bırakmaz. Kızgınlıkları, dargınlıkları yön değiştirse de insanın en büyük savaşı kendi içinde kendiyle olandır. Ve vicdanla girilen kavgalarda zaferle taçlanmaz hiçbir savaş yoktur.
Vicdanından uzağa düşen insan; bastırdığı ya da görmezden geldiği duyguların, aldığı yersiz kararların bir gün bir yerde suratına çarpacağının farkında değildir. Buyurgan değil alçak gönüllü olabildiği sürece vicdan, doğru sonuçlar doğuracaktır. Shakespeare’in Hamlet’inde amcası Claudius’un babasının ölümüne neden olup olmadığı şaibeli bir durumken, Hamlet’in aklı ile vicdanı arasında gelgit yaşaması bunun örneğidir. Babasının ölümü üzerine annesinin amcası ile evlenmesi, amcasının hükümdar olması bütün okları amcasına çevirse de hatta babasının hayaleti kendisini Claudius’un öldürdüğünü söylese de Hamlet, temkinli yaklaşıp vicdanının sesini duyabilmiştir. Yanlış bir davranışın geri dönülmez sonuçlarını iç mahkemesinde sorgulamıştır. Yine Suç ve Ceza’da Rodion Romanoviç Raskolnikov’un tefeciyi öldürmesinden sonra yaşadığı vicdan azabı düşünülürse insanın yalın hâlinin vicdan muhasebesinin merkezinde olduğu unutulmamalıdır. Dostoyevski, Raskolnikov karakterinin bunalımını ve iç hesaplaşmasını ince ince işlerken sosyolojik bir konunun da temellerini atar. Hukuk fakültesinde okurken ekonomik sorunlar sebebiyle okulu bırakan Raskolnikov, tefeci kadının ölümünün pek çok insana fayda sağladığını da düşünür. Ama neticede ölen insandır ve bu, kendi mahkemesinde ömür boyu kendince yargılanacağı ve mahkûm olacağı gerçeğini değiştirmez. Romanda, kahramanın yaşadığı olayı kendi vicdanından uzaklaştıramaması önemli bir anekdottur. Stefan Zweig’in dediği gibi: Vicdan baki kaldıkça, hiçbir günah affedilmiş sayılmaz.