İğdenin Sakladığı

Şimdi desem, sen şu bahçede o kadar ağaç varken niye bu ağacın altında durdun? Neden illa burada oturmak istedin? Yine iğdeye mi geldin, yoksa bana mı? Bugün bekletmedim ama seni. Kaç saat durmuştun o gün bu ağacın altında, ne kadar ağlamıştın, nasıl susmuştun? Bahçeye bir çıkmıştım ki sen, iki günlük bebek şuracıkta… desem.

İğde ağacının yanında duruyor. Semahat Hanım sizsiniz değil mi diyor, ben Melike. Evet diyorum benim, bu o mu?.. Sizi bulduğuma çok sevindim, beni hatırladınız mı? Ağacın ona doğru eğilen dalını tutuyor. Tabii kızım hatırladım diyorum. Müsaitseniz bazı şeyler soracağım size. Müsaitim, gel içeri buyur. Sesim çok acayip çıkıyor. Neden bu ağacın yanında duruyor? Bahçeniz çok güzel, sakıncası yoksa burada oturalım. Cevap vermemi beklemeden yere çöküp sırtını ağaca yaslıyor. Donup kalıyorum. Onu yıllar sonra aynı ağacın altında görmek beni afallatıyor.

Verandadan sandalye getiriyorum telaşla. Üşürsün diyorum, sandalyede otur. İstersen içeri geçelim. Yok diyor, bu bahçe, bu ağacın altı iyi. Yerden kalkıyor. Sandalyeye oturup bahçeye göz gezdiriyor. Siz mi diktiniz bu ağaçları? Ne güzel tutmuş hepsi. Ne kadar da annesine benziyor. Ama onun gibi havai değil, ağırbaşlı. Biraz da babasını andırıyor, burnu onunki gibi. Nasıl da büyümüş, ne güzel bir genç kız olmuş.

Gözünü bahçeden alıp bana dikiyor. Yüz ifadesi değişiyor. Öksürüyor. Hayal meyal hatırlıyorum bu mahalleyi diyor, bizim ev şu karşıdaydı yanılmıyorsam, yıkmışlar. Evet diyorum, evlerin çoğunu yıktılar. Siz annemin yani Sultan annemin yakın arkadaşıydınız değil mi, diye soruyor. Bayramlarda siz mi bizi arardınız biz mi sizi arardık, sanki, değil mi? Annemin. Sultan annemin. Öğrenmiş. Kalbim korkuyla çarpıyor. Gözleri koyu, çok koyu bir kahve. Benim hakkımda ne biliyor? Neyi ne kadar anlatmalıyım, ya ağzımdan bir şey kaçırırsam? Evet Sultan Hanım kıymetli bir arkadaşımdı. Telefonlaşırdık. O da arardı ben de arardım. Sonra sonra görüşmez olduk.

Ben durumumu yeni öğrendim, diyor. Duruyor. Derin bir nefes alıyor. Başını kaldırıyor. Hiç dolandırmadan soracağım. Ailemin beni nereden, kimlerden aldığını biliyor musunuz? Gerçek ailemi tanıyor musunuz? Beni neden bıraktıklarını biliyor musunuz? Annem doğru düzgün bir şey anlatmıyor, ben üsteleyince ağlıyor. Babam zaten hiç konuşmuyor, göğsü daralıyor hemen. Siz geldiniz aklıma sonra, bu mahalle geldi. Bana yardım edin, lütfen yardım edin bana. Çok şaşkınım, kızgınım, kırgınım, kaybolmuş gibiyim. Ağlayacak oluyor. Dur kızım diyorum tamam dur, bir yardımım dokunursa ne âlâ. Bekle biraz, ben bir limonata getireyim. Bugün, daha bu sabah yaptım, taze. İçimiz ferahlar. Yüzü kızarmış. Yutkunuyor. Alelacele kalkıyorum. Arkasına yaslanırken gözlerini kısıyor. Kollarını bağlayıp, gerek yoktu aslında ama siz bilirsiniz, diyor. Ben bilirim. Evet. Ben biliyorum. Bilmez olaydım biliyorum da sana nasıl anlatayım onu bilmiyorum.

İçeride oyalanabileceğim kadar oyalanıyorum. Ama kaçış yok konuşacağım. Bir elimde sehpa bir elimde tepsi ona doğru gülümsemeye çalışarak yürüyorum. İyice yaklaşmadan, bu yıl diyorum kış pek çetin geçti, bahar gelmeyecek sandım. Şurada evin arka tarafında çiçekliğim var. Birkaç hafta üzerlerini naylonla örttüm. Kış böyle, bahar gelince de başka türlü. Şimdi ağaç çiçek güzel ama börtü böceği oluyor. Ben de bazen eski usul bazen yeni usul bir şeyler deniyorum. Ara ara badana bile yapıyorum ağaçlara. Temiz temiz oluyorlar o zaman. Bahçenin en güzel mevsimi yaz tabii. Bütün meyveler çıkıyor. Sen tam zamanında geldin. Buz gibi bir ifadeyle bana bakıyor. Utanıyorum. Limonataya uzanmıyor. Aslında yıllar içinde, aklıma geldikçe belki bir gün çıkar gelir de sorar diye prova ederdim. Şöyle şöyle derim, anlar, inanır diye ama şimdi aklıma hazırladığım cümlelerin hiçbiri gelmiyor.

Bir yerden başlanacak el mahkûm. Ortadan alıyorum. Annen çok güzel bir kadındı kızım, diyorum. Şöyle Belgin Doruk gibi Türkan Şoray gibi. Yani artist güzelliği, artist havası vardı annende. İşte o da demek ki farkındaydı bunun ki film yıldızı olmak isterdi, hayal âlemindeydi anlayacağın, ayağı yere basmazdı. Baban da içine kapanık bir adamdı, yaşı da vardı biraz. Kocası gibi değil de babası gibiydi annenin. Ayakkabı tamircisiydi. Küçücük dükkanıyla, kıt kanaat geçimiyle yetiniyordu. İki ayrı dünyaydılar yani. Ne birlikleri vardı ne dirlikleri.

Doğru insana gelmişim diyor. Geldiğinden beri ilk kez gülümsüyor. Siz bayağı tanıyorsunuz şeyleri… yani gerçek ailemi. Gözleri parlıyor. Öyle söyleyince korkuyorum. Acaba çok mu açık verdim, çok mu şey söyledim? Limonatan ısındı diyorum. Hadi iç tadı kaçmasın. Kendi bardağımı sıkıca kavrıyorum. Onlar da komşumuzdu nihayetinde, komşu olunca insan az çok biliyor deyip yutkunuyorum. Tabii üstünden yıllar geçti. Aklımda kalanlar bunlar. Yaşıyorlar mı, diyor. Ne desem? Kafamı sağa sola sallıyorum.