Altın ışıklarıyla ihtişamlı sonbahar geldi, artık tabiat kendi içine dürülüp nefeslenerek uyumayı seçecek. Sararıp solacak ağaçların benzi, ak bulutlar süratle yağmur yüklenecek. Düşmenin sesindeki o ahenk, işleyişteki intizam, durgunlaşmanın gereğini hatırlatacak.
Yazın dışarı çıkamayan Güvercin Dede az ileride görünüyor. Ayağının dibine yanaşan sarı kediye nasırlı, yorgun avuçları ile su içiriyor. Yola yakın balkonunda kışa hazırlık için mor çiçekli, boğazı düğümlü çoraplar ören komşusuna selam veriyor. Adımları öyle yavaş ki sanki toprakla tanışıyor, konuşuyor. Burnunun üzerinde camı kalın okuma gözlükleri… Parlak yüzlü çocuklar ip atlıyor koca çınarın gölgesinde ve cırcır böceklerinin gâh yükselen gâh azalan sesini işitebiliyorum. Parmak uçlarıma dek uzanan bir rahatlık geziniyor. Farklı bir âlem… Bambaşka bir derinleşme… Güvercin Dede torbasında taşıdığı darıyı dağıtıyor çocuklara ve çocuklar da güvercinlere… Peki, şimdi bu iyiliği kim yapmış oldu? Sonbahar mı? Darı mı? Güvercin Dede mi? Çocuklar mı?
Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve manasız davranışlarla karşılaştıklarında onurluca çekip giderler. (Furkân, 25/72)
Zerrecikleri intizamla ve sonsuz tahammülle bir arada tutan, beraber var olma kanununu onlara öğreten Hakk, iyiliğe açılan o saydam, eşsiz kapıya üç değişmez köklü şifre yüklemiş:
İyi…
Dürüst…
Onurlu…
İpek yumağı gibi yumuşacık ve inceldikçe ruha kavuşmuş kelimeler… Hemen gidiverecek kadar derli toplu, diğer yandan muazzam bir ağırlıkları var, Allah’ın engin rızasına ulaşmanın bir sırrına dönüşmüşler.
Tüm darı saçıldı toprağın yüzüne, güvercinler gölge gibi inip kalkıyor. Rüzgârın sesini bastıran kanat çırpışlarına çocukların neşeli gülüşleri eklendi. Az sonra göğe doğru uçup giden sadece güvercinler değil. İyilik dediğin tüm kâinatı baştan sona dolaşacak kadar güçlü, damar damar huzur ve mutluluğa akıyor. Bir gemi yaklaşıyor, hissediyorum. Güvercin Dede de katılıp gidiyor yaklaşan o gemiye doğru.
Yaşamak, insanı yaşlanmaya taşımakta. Çatallaşarak yüze dağılan koyu kırışıklıkların içinde ömre sığan sırlar barınır. Güvercin Dede bizim mahalleye ilk gelmek istediğinde “boş ev yok” demek yerine su dolu bir tas uzatmışlar ona. Gülümseyerek yerden aldığı kuru bir yaprağı bırakmış tasın üzerine. Yaprak tek damla taşırmamış. Bir onur mücadelesi verir yaprak. Rüzgâr savurur, güneş yakar, meyveler biner boynuna... Yaprak zayıflar, güçten düşer, sararıp solar nihayet. Kimseler sormaz hâlini. Sonunda toprağa savrulur, hafiflemiştir. İşte Güvercin Dede o yaprak gibi kimselere yük olmadan, kimselere ziyan vermeden yaşamış ve yaşlanmış bir adamdır. Yaprakları ve güvercinleri sevmenin, iyilikle bir alakası olmalı!
Gök yere, yer insanlara, insanlar birbirlerine hep neyi anlatıyor? Bir çiçeğin neredeki derdin dilini çözdüğünü nasıl işitebilirim? Hangi gam hangi kapıyı devirir, o kapı nasıl yollara, dağlara açılır ve dağlar ne zaman aşılır? Yıldızlar, seyyareler, dönüş, bitiş, yeniden başlayış, dönüş, bitiş… Sonra yeniden, en baştan…
Bilmeyi öğrenmek, bilmekten de kıymetli.
O hâlde ilkin iyiliği öğrenmeliyim. İyilik başka bir varlığın canına can katmak, huzuruna huzur eklemek. İyilik bir tatlı huzur bırakmak farklı bir dimağda. Birilerine manalı hatıra olmak. Şiir gibi bir şey iyilik, yüreğini titreterek şükre ulaşan bir tatmin hissi. Silsiledir iyilik. Hep bir diğerini peşinden getiren gümüşten zincir halkalar... İyi başlar tüm hikâyeler, ama değişir insan. Neden sert olmanın kırılmayla, dalgalanmanın sakinleşmeyle neticelendiğini unuturuz?
Tahrip etmek kolay, tertip etmek zor. Tamlık ve mükemmelliğe uzanan en asil, faydalı vazife; dürüst ve onurlu bir yaşamdır. Bir yanda iyilik, bir yanda kötülük! Bahaneler delildir, isteksizliğin, yetersizliğin, tembelliğin delili! Bahane yok: İyi iyidir, kötü kötüdür. Seçim serbest.
Öğrendiklerimin en kıymetlisi yaptığım her şeyin yine bana döndüğünü keşfetmemdi. Tıpkı mevsimler gibi… Kışta kış, güzde güz… Ayniyet taşımaz hiçbir his ve her hisleniş bizi derinlerimize kavuşturur. Kendi içinde kendin yankılanırsın. Adı vicdandır bu yankının. Sahih bir hakikattir iyiliğe inanmak. İyilik beklemek, iyilik yapanlara ait bir haktır.
Yol haritamız farklı, yolculuklar farklı, yol arkadaşları farklı ama o muazzam güzellikteki gemiye hevesliyiz hepimiz. Bak en uzak zaman parçasından kopan, yolunu hiç yitirmemiş o gemi geliyor ve adaletle seçiyor yolcularını. Dalgalar şelale gibi devriliyor civarında. Sadece iyi, dürüst ve onurlu kişileri alacak besbelli. Hadi bekleme, bu gemiye binmeyi hak etmedik mi?