Özgür İrade, Doğru Eylem ve En Yüce İyi’nin Bilgisi Olarak Felsefe

Dünyada insanın mutluluğu ve nitelikli bir hayat sürmesi öncelikli hedeftir. Filozoflar bunun için doğru eyleme işaret ederler. Eylem ise bir ilişkiler ağı içinde olmayı ve çeşitli seçenekler arasında bir tercihi gerektirir. Tercih, özgür iradeden söz etmek demektir. Özgür irade ile doğru eylemi gerçekleştiren kişi “iyi olma” hâlini yaşar. Bu nedenle Müslüman filozoflar, felsefeyi, “tahsilu’s-saade” yani mutluluğun elde edilmesi olarak tanımlarlar.

Mutluluk ile salt iyilik/hayr arasındaki ilişkiden daha önce de bahsetmiştik. Dünyada yaşarken mutlu olmanın, ahirette ise En Yüce İyi olan “saadetu’l-kusva”ya (nihai mutluluk) ulaşmanın, hikmet ilimlerinin elde edilmesiyle mümkün olacağını da zaten biliyorsunuz. Mutluluk eudaimonia terimiyle ifade edilir. Burada eu “iyi”, daimonia da kişiyi seçenekler arasında “iyi”ye yönelten, yanlış olandan kaçındıran içsel bir ses veya vicdan diye tanımlanır. Çünkü kişinin mutlu olması bu iç sesi sürekli kılmasıyla doğrudan irtibatlıdır. Bu süreci şöyle aşamalandırabiliriz. Öncelikle kişi yeteneklerinin, kendi doğasının farkındadır ve seçeneklerini bilir (ilme’l-yakin). İkinci olarak bunlara uygun davranır (ayne’l-yakin). Ve son olarak bütün bunlar teori ve pratik uyumuyla iyi ve “En Yüce İyi’ye (hakka’l-yakin) ulaştırır.

Ahlak felsefesi üç temel kavramsallaşma (özgür irade, doğru eylem, En Yüce İyi) üzerine kurulur. Özgür iradeye sahip olan kişi, seçeneklerini rasyonel bir şekilde değerlendirir, doğru bilgiye uygun davranır (salih amel), sorumluluğunu alır, bunun sonucunda iyi hisseder ve mutlu olur. Mutlu olabilmek için özgür iradeye sahip olmak gerekir ki bu sorumluluk sahibi olmak demektir; bunun ardından da seçenekleri rasyonalist ve tutarlı bir şekilde değerlendirmek ve doğru eylem (salih amel) gelir.

Cibril Hadisi: Neyi Bilebiliriz, Neyi Yapabiliriz ve Mutluluğa Nasıl Ulaşabiliriz?

Neyi bilebiliriz, neyi yapabiliriz ve mutluluğa nasıl ulaşabiliriz? Felsefe sorularında iyiyi, doğruyu bilmenin ve yapmanın kişiyi mutlu edeceği vurgusu önemlidir. Yani ahlaki eylemin amacının haz, fayda, mutluluk ve ödev olduğu, “iyi”yi bilip doğruyu yapmanın kişiyi keyiflendireceği, mutlu kılacağı söylenir ve bunu bir ödev ahlakına dönüştürmenin imkânı müzakere edilir.

Sık sık tekrar ettiğimiz gibi İslam felsefesinde “tahsilu’s-saade” ve ”saadetu’l-kusva” vurgusu çok önemlidir. “Ru’yetullah” kavramı, cedel-diyalektik yöntemle ötekileştirici (tekfirci) dilden kaçınarak bu açıdan okunabilir. Yine bu açıdan teolojik etik ile İslam ahlak felsefesi arasındaki farka dikkat çekerek rol modelimiz olan Peygamberimizin Cibril Hadisi incelenebilir. Çünkü bu hadis, Müslümana teori ve pratik uyumunun sağlandığı zaman “ihsan” mertebesini yani mutluluğun en ileri aşamasının iz düşümünü dünyadayken yaşayabileceğini gösterir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere, “iyi hâlini yaşama” deneyinin ilk adımı “ilme’l-yakin” olup bu, teorik (iman) hususlarını bilmektir. Pratiğe geçirilmesine (İslam) “ayne’l yakin” denilir. Teori ve pratik arasındaki uyumu sağlamak, dünyada “ihsan” makamının yani sanki O’nu görüyormuş gibi yaşamanın mümkün olduğunu gösterir. Bu “hakka’l-yakin” aşamasıdır. Bu aşamayı ahiretteki “saadetü’l-kusva”nın yeryüzündeki iz düşümü olarak nitelendirmek bundan dolayıdır. Felsefedeki “kendini tanı” ilkesinin İslam felsefesinde “Kendini bilen rabbini bilir.” önermesine dönüşme süreci bu bağlamda okunabilir.

“İyi”ye ulaşmanın ve o dinginlik hâlini yaşamanın yanı sıra Cibril Hadisi, temelde Peygamberimizle yolda/ş olup, beşikten mezara kadar sürekli ilim talep eden her Müslümanın bu teorik (iman) ilkelere dair bilinçliliğini diri tutup, onun rol modelliğinde bireysel olarak hayata geçirilme duyarlılığını gösterir. Üstelik bu süreç Hz. İsa ve dönemindeki gibi bir ruhbanlık yani din adamları grubu da (Hadid, 29) oluşturmaz. Nitekim Peygamberimiz “Lâ ruhbaniyete fi’d-din” yani “İslam dininde ruhbanlık diye bir üst statü yoktur.” sözüyle bu hususa işaret eder.

Bu arada, bu sözleri hadis disiplini açısından incelemenin veya isnadının çeşitliliğine dikkat etmenin ötesinde onların, İslam kültüründe oynadığı rol ve ortaya çıkardığı sonuçların epistemik temelleri üzerinde durmayı öncelediğimizi belirtelim.

Teorik ve pratik uyumunu sağlayan her Müslümanın bu dünyada ve öbür dünyada mutlu olacağının ve “ihsan” mertebesine ulaşacağının söylenilmesi, İslam dininde diğer dinlerdeki gibi bir ruhbanlık statüsü olmadığına işaret eder. Bu noktada “peygamberlerin vârislerinin âlimler olduğu” sözünü nasıl yorumladığımızı açıklayalım.

“İslam dininde ruhbanlık yoktur”, “Peygamberlerin vârisleri âlimlerdir” ve “dinde uzmanlaşmak (tefakkuh etmek)” İlkeleri Bağlamında Fıkıh ve Hukuk Ayrımı