Bir Tesbih Hikayesi

O güler yüzlü ninemin kokusu sarmış her yanı. Sevgiyle karşılaması ve tek tek kucaklaması bizi. Beş yıl olmuştur gelmeyeli. Gelmedim ve gelmek zorunda kaldığım gün, o güler yüzü hüzünle uğurladığımız gün oldu. Üzgünüm ama geçen geçti. Erteleyenler kaybetti. Sağlığında getirtmeyen neşe ve vefa, öldükten sonra uğratmaz diyerek son bir kez evi detaylıca gezmek istedim. Adım adım irdeleyip sineme çekmek...

Ninem hiç söylenmezdi. Dedem sağ iken onu o kadar üzerdi de, bir kere cevap vermişliğini bilen yoktu. Bir işi bitince koşturur diğer işine giderdi. Evde sıkıntı çıksa bağda bahçede bir şey olsa kendi halletmeye çalışırdı. E dedeme söylesene, derdik; “Deden yorgundur ses etmeyin.” derdi. Sanki kendi yorgun değildi. Ama o işi aş etmiş kendine. Böyle işler ona iş görünmezdi ki. İş dediğin yolmadır, hasattır yani. Bu gidip gelmeler ne ki...

Ben birkaç gün fazla kalsam yanında yorgunluktan dökülürdüm. O yine cıvıl cıvıl, dipdiri. Çokça çekmiş dedemin ailesinden. Eskilerde çok olurmuş böyle şeyler. Öyle kendince hiç anlatmazdı. Konu başka bir yerden açılınca lafı geçerdi. İşin garibi dedemin ailesi ile olan biteni de dedeme hiç demez imiş. Nedeni ne olsun, dedem pek içli imiş de, üzülürmüş. E sen nesin be kadın! Ama bakmayın, böyle böyle dedemin biriciği olmuş, kıymeti bilinmiş. Eee söylenmeyen kadın sevilmez mi?

Her şey bir yana ben ninemi bakış açısı ile severim. Okul okumuşluğu yok, nerde... O zamanlar okul bile yok ki köylerde doğru düzgün, kaldı ki kızlar okusun. Ama ninem hocaların evine oyun moyun bahane eder gider öğrenirmiş. Okumayı öğrenince de o ona yetmiş. Düve çobanlığından hindi çobanlığına, koyunları otlatmadan atları sulamaya derken orada burada dolanırmış ya, ekmek çıkısına hep Kur’an’ını da koyarmış. Doğayı okumayı öğrenmiş. Baktığını görmüş, gördüğünü bilmiş. Her şeyde o ilk bildiği şeyi aramış, nitekim bulmuş; Rabbini. Öyle prensipli ve azimli idi ki Kur’an’ını okumadan evden çıkmazdı. Ama zamanla gözleri görmedi. Yine de o Kur’an’ını açar sayfalara bakar dakikalarca vakit geçirirdi. Kur’an’a bakmanın sevabını duymuş ya, yetmiş bu bilgi ona. Bazen cami hocası vaaz ederken sesi dışarı verirdi. Alırdı kirmanını koşarak gelir hemen köşeye kurulurdu. Bir yandan kirman ile yün eğirir, bir yandan da dinlerdi hocayı. Öğrendiğini çoluk çocuğu toplar, anlatırdı.

Bir de bir tespihi vardı. Dedem kendisi toplayıp kurutup tek tek dizerek yapıp vermiş o tespihi nineme. Ne kadar mühim bir hediye. Ninem için düğün bayram sanki. Bugün biz büyük şeyleri gerekli görüp küçük şeylerle mutlu olamıyoruz. Ah alışmışlık, en büyük nankörlüğü içine saran süslü bir kapsın sen! Bugün işte o tespihi gördüm duvarda. Ninem hep cebinde taşırdı. İç cebinde. Çıkarırken sevgi ile bakar sürekli zikrederdi. Çok eskimişti. Yeni nice tespihler getirdik ama biz işin madde yönüne odaklanıp o tespihi hor görürken; ninem gün geçtikçe kıymetlenen nadide bir eser gibi ihtimam gösterdi ona. Nitekim hakkı idi. Dedemi kaybettikten sonra en çok tespihine sarıldı.

Bir gün yine tespih çekerken aniden bir yere gitmek zorunda kaldı. Elime tutuşturup “Sen devam et.” diye kaldığı yeri de gösterdi. Ne devam edeyim, neyi devam edeyim bilmiyorum ki. Ben de kaldığı yeri sayayım da ne ise çektiği gelince devam eder dedim. Sayarken ne fark edeyim, meğer tespihin taneleri eksik imiş. İçim sızladı. Onca ibadet, dedim. Ninem gelince ‘Ah nine...’ diye başladım anlatmaya. Sonunda “Demek dedem eksik dizmiş.” dedim. Şöyle bir baktı bana, “Sus evlat, zan etme. Sen diyeceksin ki, taneler kopmuştur. Velev ki demirden olsun. Yine de kimseden şüphe etme. Bak ölmüş gitmiş adam, helallik de alamazsın.” Öyle bir paylayışı vardı ki beni, “iyilik ederken azar yedik..” diye söylenip gittim yanından. Şimdi düşünüyorum da, ninem nasıl da mühim bir mevzuyu ilke edinmiş kendine. Demir olsa kopmuştur, kırılmıştır de, ama dedem eksik yapmış, deyip zan etme! Hayır, desem ne olur, kötü bir şey değil ki unutmuş olamaz mı, yanlış saymış olamaz mı? Olsa da sen zan etme, sen hep hüsnü zan et diyor ninem, hep güzel düşün. Ah nineciğim dedem Hasan sen de Hüsniye olarak ne kadar güzel bir hayat bıraktınız bizlere.

İşte o tespihi aldım yanıma. Ninemin evinden bir onu götürmek istedim. O huzuru hissetmek ve gördükçe anmak adına. Eve gidince nice sonra aklıma geldi yine çantamdan çıkardım. Bu sefer onunla zikredeyim istedim. Sonra da o anı canlandı aklımda. Astım duvara. Sen bana hüsnü hatırlat, güzelliği, Hasan’ı ve Hüsniye’yi. Az ile güzelleşebilmeyi, vefayı ve yine güzel zannı.