İnsanı çözersin, çözersin; çocuk çıkar.
Sezai Karakoç
İran sinemasının sevilen yapımlarına imzasını atan Abbas Kiyarüstemi’nin senaryosunu yazdığı Beyaz Balon filmi, 1995 yılında Cannes Film festivalinde Altın Kamera ödülüne layık görüldü. Filmin yönetmenlik koltuğunda İran Yeni Dalgası’nın meşhur ismi Cafer Penahi var. Senaryo yedi yaşında bir kız çocuğunun hicri yılbaşı öncesi geçirdiği bir saat yirmi dakikayı anlatır. Filmin süresi de zaten bu kadardır. Senaryoyu izlerken gerçek bir zamanın içinde gibiyiz. Bir süreliğine İran’a gider, küçük kız Raziye’nin yaşamına tanık oluruz. İzleyicide böyle bir his uyandırması şüphesiz filmdeki sıradan anların bile büyük bir gözlem gücüyle, gerçekçi bir biçimde ekrana yansıtılmasıyla ilgilidir. İnsanların davranışları, konuşmaları, tartışmaları bize o atmosfere dâhil olma imkânı verir. Ayrıca filmin başında gördüğümüz kişilerin filmin sonunda tekrar karşımıza çıkması bu gerçekliği pekiştirir.
Başarılı oyunculuğuyla izleyicisini şaşırtan küçük kız Raziye, o gün annesiyle beraber alışverişe çıkar. Kırmızı kabarık eteği, beyaz fistolu gömleği, beyaz başörtüsü ile bayramlıklarını dayanamayıp önceden giyen tüm çocukların heyecanını üzerinde taşır Raziye. Kalabalık Tahran sokaklarında gördüğü süs balığının önünden ayrılamayınca annesi onu kısa bir süreliğine kaybeder. Telaşla sağa sola koşturmaya başlar. Küçük kızını bulduğu andan itibaren Raziye annesine gördüğü kırmızı yüzgeçli tombul süs balığını alması için ısrar eder. Çocuksu bir tutkuyla o balığı yeni yıl hazırlığı için istemektedir. Annesi ise bu isteğine bir anlam veremez çünkü evlerinin bahçesinde bir sürü süs balığı vardır. Annesi eve vardıklarında iş yapmaya devam eder. Raziye bir kenarda usulca ağlar. Annesinin durup kızının gözünün içine bakacak, onu anlamaya çalışacak ya da onu teskin edecek zamanı yoktur. Burada evin tüm iş yükünü ve çocuk bakımını üstlenen anne rolüne dikkat çekildiğini görüyoruz. Baba rolü ise emir veren, despot, Raziye’nin deyişiyle “banyodan önce kızgın, banyodan sonra mayışık” bir hâlde karşımızdadır. Filmde babanın hiç görünmemesi de dikkat çekicidir. Baba var ama yok gibidir.
Filmin bir diğer çocuk oyuncusu Raziye’nin abisi. Kendisine devamlı iş buyrulan, üzerine büyük gelen paltosundan da anlaşılacağı üzere çocuk olduğu çoktan unutulan bir erkek çocuğu. Raziye, annesini ikna edemeyince abisini amcasından gelen hediyeyi vermekle kandırır ve annesinden para almayı başarır. Balık almaya gidecektir küçük kız ancak paranın üstünü muhakkak geri getirmelidir. Çünkü bu para annesi için çok önemlidir. Nevruz Bayramı’nda akrabaları kendi çocuklarına harçlık verdiğinde o da onların çocuklarına verecektir. Oysa abisinin ayağında yeni bir ayakkabısı bile yoktur. Burada İran toplumunun âdetlerine olan bağlılığını ve bu adetlerin toplum üzerindeki baskısını görmüş oluyoruz.
Küçük kızın balık almak için sokağa tek başına çıkmasıyla başına gelen her küçük ayrıntı sayesinde toplumun çocuğa olan bakışını da film boyu izlemiş oluyoruz. Sokağa çıktığı ilk an yılan oynatan adamların yanına yanaşır. Oysa annesi ve babası onu bu konuda uyarmıştır. Ama çok merak ettiği için yanlarına gidip bakmak ister. Belki annesi ya da babası bir defa elinden tutup bu kalabalığın ortasında ne olup bittiğini gösterseydi Raziye bu ortama tek başına girmeyi zaten istemeyecektir. Senarist bizlere merakı önemsenmeyip geçiştirilen çocuğun bir gün gizlice o merakını gidermek için harekete geçeceği mesajını vermek ister gibidir. Yılan oynatıcılarıyla pek de hoş olmayan macerasından sonra küçük kız Raziye parasını sıkıca tutup hızlıca balıkçıya koşar. Ancak oraya gelince kendisini yeni bir hüsran bekliyordur. Parayı düşürmüştür. Filmin geri kalanı Raziye’nin parayı araması, bir dükkânın önündeki mazgaldan bodruma düşüşünü izleyişi ve parayı oradan çıkarmak için çabalamasıyla geçer.
Filmdeki dikkat çekici diyaloglardan biri küçük kızın mazgalın başınca çaresizce beklerken yanına gelen askerle olan konuşmasıdır. Aslında Raziye önce onunla konuşmak istemez. Asker sana yabancılarla konuşamaman mı söylendi, diye sorar. Küçük kız da evet diye başını sallar. Genç asker onların memleketinde herkesin birbirini tanıdığını, yabancıların olmadığını söyleyince Raziye şaşırır. Burada şehir hayatı ile köy hayatının farkına, insanlara güvenmenin normal bir şeyken artık anormal olana dönüşmesine güzel bir atıf vardır.