Yol düşüncesi çeker insanı.
Bilinmeyeni aramak, kurcalamak, keşfetmek
insanlık hikâyemizle başlar.
Yol olmasaydı bilinmeyene kanat çırpmak
bu kadar cezbedici olmazdı belki de...
Akif Emre
23 Mayıs 2017’de dünyadaki haysiyetli yolculuğu hitama erince, Edirnekapı Şehitliği’ne taşınmış bir yazar. Akif Emre. Yalnız ve yorgun. Bazı insanlar böyle anılır. Daha birçok dikkate değer özelliğiyle birlikte galiba en çok bu iki sıfatla anılacak Akif Emre. Yalnızlığın ve yorgunluğun -en azından dünyevi anlamları açısından- bir adam’ın eşkâlini tanımlamak için hikâyeye bu kadar “uygun” düşmesinin sebebi nedir peki? Kaleminde, Müslümanca düşünmenin ıstırabını taşıyan bir yazarın muradı neyse, tam yerine rast gelen bu iki sıfatın açıldığı anlamlar da ayniyle öyledir. Yalnızlık ama fildişi kuleden seslenen bir adamın yalnızlığı değil, dünyaya gönül indirmeyen bir adamın müdanasız şövalyeliği. Öyledir. Yorgunluk ama asla ümitsiz bir bıkkınlık değil, yüküne razı bir adamın haysiyetli heybesi.
Kendi hikâyesinin peşinde koşmanın, ezberletilen bilgilerin arasından soylu bir rüzgâr gibi geçip doğru’yu yeni bir perspektifle okumanın, ufuk çizgisini arşa taşıma idealinin ve yaşanan her hadiseyi soğukkanlı bir mesafeden yorumlamanın adı olmak. Akif Emre olmak yani. Okurlarına tavsiye ettiği bakışın, gündelik politikanın açmazlarına sıkışmadan, derinleşerek ve sadeleşerek uzun vadeli bir anlamayı içermesi de buna dâhildir.
60 yaşındayken aniden tekleyen kalbinin, çalışma masasının üzerine terk ettiği bedeninin ve geride kalan yarım bir poğaçanın söyledikleri. Tefekkür kapısından bir an için bile olsa ayrılmadan geçen yıllar ve incelikli bir süzgeçten geçirerek okuduğu meselelerin ruhuna dokunan bir entelektüelin resmi. Müslüman bir entelektüelin resmi. Paradigmaya kafa tutan simitçiden, Riyad’da bir Marvel filmine uzanan ideal bir zihin evreninin içinde; sakalı, gözlüğü, haysiyeti ve bütün şıklığıyla, Akif Emre.
Müstağripler Yüzyılında Kendilik Bilincinin İnşası
Sorumlu bir aydın, sorumluluk sahibi bir mümin ve hep aklıselim. Ahlaklı ve adil. Merhamet ve adaletle kurulmuş bir medeniyetin bakiyesi olmanın bilincine kalemini adamış, ferasetli bir mütefekkir. Saraybosna, Mostar, Üsküp, Selanik ve Kudüs belgeselleri, kitapları, yazıları, anlattıkları ve işaret ettikleriyle geride kalanlara damla damla genişleyen bir ummanın anahtarını miras bırakmış, karşılaştığımız her meselede bakışımızı derinleştirerek bir bütünlük içinde düşünmenin yollarında -hiç durmadan, usanmadan- büyük bir aşkla yürümeyi tercih etmiştir. Adı ve soyadı gibi; Akif ve Emre.
Kudüs’ten Endülüs’e uzanan daima atak bir bilinç hattı. Merhamet ve haysiyetini kaybetmiş bir çağın içinden geçti gitti Akif Emre. Müstağrip aydınlar yüzyılı işte. Ama umut mümincedir, bu yeis elbet bizim değil. Çürüme de umut da hep olacak. Onun ölüme baktığı yerin derinliğinde kocaman bir hayat saklı: “Ölüm yoksa hayat da yoktur. Ölümle irtibatlı değilseniz hayattan da kopuksunuz demektir. Ölümle barışık değilseniz hayatı anlamlandıramazsınız demektir. Sanılanın aksine hayatla da barışık değildir ölüm düşüncesiyle barışık olmayanlar, ölüme hazırlıklı olmayanlar. Ölüm dikkati bizi hayat, varlık, ebediyet, yokluk gibi temel sarsıcı sorular karşısında diri ve anlamlı kılan yegâne bilinç aşamasıdır. Ölüm dikkatinin yok olduğu, hayatımızdan çekildiği modern zamanlar, hayatın da ölüm düşüncesi gibi daha anlamsızlaştığı bir insanlık durumuna işaret eder.”