Taş Olsaydım Erirdim, Toprak İdim Dayandım

Yol bir çağrıdır. Uzaklara, keşfetmeye, bilinmeyene... Kendine yabancılaşmış, kalabalıklar arasında yalnız ve kaygıyla yüklü olan insanı öncelikle kendini tanımaya çağırır yol. Bunun için sihirli formüller sunmaz insana, “Dur!” der, “Dur ve bak, gör, müşahede et.” Bazen bir ağacın efsununu hissettirerek konuşur seninle yol, bazen bir çiçeğin renginin güzelliğiyle bazen yüzünü okşayan ılık bir esintiyle bir gün batımı manzarasında durdurup kahveye davet ederek...

Yolun söylediklerini işitenlerse ancak yolda olanlardır, yolda olmayı sevenler... İnsanın hikâyesi de o yolda yaşadıklarının bütünüdür. Ne var ki çoğu insan bunu görmez, çünkü varacağı yere odaklanmıştır. Yolculuğun bittiği o yere geldiğinde derin bir hüsran yaşar, söylenir durur. O yol boyunca yaşadığı şeyleri unutur. Oysaki yolun kendisi güzeldir, yolda olmak güzeldir, yolculuk güzeldir. Bu durumu en vurucu şekilde anlatan sahnelerden biri Dingin Savaşçı (Peaceful Warrior) filminde yer alır.

Dan Millman, jimnastik olimpiyatlarına hazırlanan genç bir sporcudur. Ne var ki olimpiyat seçmelerine 10 ay kala geçirdiği motor kazasında bacağında kırılmadık yer kalmaz, tedavilerle ancak koltuk değneği ve bastonla yürüyebilecek duruma gelir.

Hayatının altüst olduğunu düşünen Dan, bu hâlde tekrar spor yapamayacağına inanır. Dan’in bir filozof gibi gördüğü için Sokrates adıyla hitap ettiği bilge kişi ise ondan ümidini kesmez. Sokrates, kendine olan inancını ve konsantrasyonunu yeniden kazanması için ona yardım eder. Dan, Sokrates’ten aldığı güçle ne kadar yeniden denemeye kalksa da sonunda umudunu kaybeder. Bunun üzerine Sokrates ona bir şey göstermek istediğini ve uzun bir yürüyüşe çıkacaklarını söyler. Birlikte üç saat kadar yürüdükten sonra Dan, görmesi gereken şeye ulaşamamış olmanın hayal kırıklığıyla söylenmeye başlar. Sokrates ise tam ona göstermek istediği yerde olduklarını söyler. Dan, olağanüstü bir şey görmeyi beklemiştir, gördüğü şeyse sadece bir manzaradır. Bunun üzerine Sokrates, “Yol boyunca mutluydun, heyecanlıydın. Bu yolculuk sana iyi geldi, ama artık mutlu olmadığın için üzgünüm.” der. Dan etrafa bakar ve Sokrates’in ne demek istediğini o an anlar: “Yolculuk… Yolculuğun kendisi bizi mutlu eder, varılacak yer değil.”

İnsanı oluşturan, yolda yaşadıklarıdır. Fark ettikleri, hissettikleri, düşündükleridir. Adım atarken duyduğun heyecan, ayağının bir taşa takılması sonrası düşmen, kalkman, yola devam etmen… Kırgınlıkların, şaşkınlıkların, sevinçlerin, üzüntülerin… Mutluluk, yolda yaşanılan duyguların toplamıdır ve mutluluk vardığın yerde değil, yolda yaşadığın her şeydir.

Güneye doğru yaptığım bir yolculukta bütün bunları düşünürken radyoda çalan türküdeki sözlere takılıyorum, “Taş olsaydım erirdim / Toprak idim dayandım.” Tekrar dinliyorum türküyü, sonra tekrar… Ne güzel bir ifade ediş değil mi? İnsan, sinesini zorlayan nice ağırlığın altından sertlikle değil ancak hoşgörüyle, merhametle, şefkatle kalkabiliyor. Toprak olmak denilen şey bana bunu anlatıyor.

Sonra toprağa dair çağrışımlar üşüşüyor zihnime. Psikanalist Carl Gustav Jung, toprağın kolektif bilinç dışında anne arketipi olduğunu söyler. Yani anneye dair ilk imgelerden biridir toprak. Toprak annedir, hayat verir, besler, korur, yeşertir, büyütür. Ondan belki de ruhumuz sıkıldığında toprağa koşmamız, ayaklarımız toprağa değdiğinde aldığımız güç ondan.

Toprak deyince aklıma Mevlana’nın şu mısraları geliyor hemen sonra:

Taş yeşermez geçmiş olsa da nevbahar,

Toprak ol da bak nasıl güller açar.

Taş idin çok gönül kırdın yeter,

Toprak ol, üstünde hoş güller biter.

Ardından da yine Mevlana’nın “Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.” sözü geziniyor zihnimde. Toprak olmak ve alçak gönüllülük. Nasıl da yakışıyorlar anlam olarak ve nasıl da yaklaştırıyorlar insanı kalbine. Toprak sarıp sarmalar, sinesinde besler, büyütür. İnsanoğlu ağacı görür, çiçeği görür, meyveyi görür de toprak en son akla gelir. En son hatırlanan olsa da toprak, hep en çok var olandır. Bilgeliği bundandır.

Söz konusu toprak olunca insanın zihninden İran sinemasının usta yönetmenlerinden Abbas Kiyarüstemi’nin filmlerindeki uzun toprak yollar geçmez mi? Kirazın Tadı filmindeki şu diyalog gözünün önünde canlanır insanın:

“Ne kadar güzel bir yer.”

“Güzel mi? Toz topraktan başka bir şey yok.”

“Toprağın güzel olduğunu düşünmüyor musun? Bütün güzel şeyleri bize toprak verir.”

Toprağa bir tohum at sen yeter ki… O nice güzelliği büyütür. Toprak bir başlangıçtır ve bitiştir aynı zamanda. Tâhâ suresi, 55. ayeti hatırlatır: “Sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz ve sonra oradan bir defa daha çıkaracağız.” Topraktan gelip yine toprağa döneceğimizden toprak bir yolculuktur. Sabırdır, süreçtir, bekleyiştir, tazeleniştir, olgunlaşmadır.

Toprak güzeldir.

Toprak olmak güzeldir.

Yol, bazen bir türkünün sözlerine götürüp de konuşuyor insanla işte.

Yolculuk güzeldir. Yolun söyledikleri de söylettikleri de…