Masanın kenarından dünyaya bakan bir ivmeyi tutturarak tam köşeden, camdan dışarı bakmak için biraz eğildi. Sanki engel olan bir şeyler vardı, daha da eğildi. Masanın yüzeyi güneşten hafifçe parlıyordu. Tek gözünü kırptı. Nişan almak böyle bir şey işte. İlla elinde tüfek olacak değil ya. Bakmak için, bir hedefi tutturmak için de nişan alır insan. Açık gözüyle baktı, masanın köşesinden uzağa gitti mesafe, gittikçe netleşti, tam tersi olması lazımken uzak daha yakın geldi ona. Yakınına bakmak için görüş mesafesini yaklaştırmaya başladı, yaklaştıkça görüntü bozulmaya başladı. Bozuldu bozuldu... Burnunun ucunu göremeyecek hâle geldi. Bu bir anda olur muydu ki? Hemen bir kitap kaptı. Rastgele açtı sayfayı. Önce uzak tuttu. Yaşlılar gibi. Elini uzattığı kadar uzatıp okudu sayfadakileri. Yavaşça yaklaştırmaya başladı kitabı, sorun yok;
her şey güzel,
güzel,
güze,
güz,
gü,
g,
….
Ne oldu şimdi? Görüntü gitti. Sanki biri antenle oynuyor gibi. Anteni çevirince nasıl netleşirse ekran, kitabı uzaklaştırdı, her şey netleşmeye başladı. Evlerine televizyonun geldiği ilk gün babası çatıda kendisi televizyonun başında, olmadı, olmadı, karıncalar var, biraz daha çevir diye diye görüntüyü yakaladıkları günü hatırladı. Anten yönünü bulunca nasıl da güzel olmuştu her şey.
İşte olan oldu. Gelmez sanılan geldi, dayandı kapıya. Hemen kapattı sayfayı. Kitabı aldığı yere koydu. Hiçbir iz bırakmak istemiyordu arkasında. Hatta kitabı alıp daha uzak bir köşesine koydu kitaplığın. Sanki kim görecekse?
Nefes nefese balkona çıktı. Derin bir soluk alıp dağlara doğru baktı. Balkonun önü açık, şehirden ilçeye giden yol ağaçların arasından görünüyor. Çok uzakta organize sanayi. Ötelerde okullar, bahçeler hepsi ışıl ışıl önünde. Hatta uzaktaki kavak ağaçlarının üstündeki kargayı izledi bir süre. Gelip geçen arabaların plakalarını bile okudu.
İçeri girdi, takvim yaprağını alıp okumaya başladı. Her şey aynı. Yaklaştıkça harfler birbirine girdi, okunmaz oldu. Hemen telefondan “google”a girdi. “Yakını görememek” yazdı.
“Göz doktorları tarafından ‘hipermetropi’ olarak da adlandırılan yakını görememe, yakındaki nesnelerin bulanık olduğu görme duyusunu anlatan ortak terimdir, ancak uzaktaki bir şeye baktığınızda görüntü nettir.”
Evet, tüm tarifler uyuyor. Devam etti.
“Presbiyopi ise kelime anlamı ile yaşlı göz demektir. Yaşa bağlı yakını görememe, ilerleyen yaşlarda özellikle 40 yaş sonrası gözün akomodasyon denilen, net görebilmek için yaptığı değişimleri yapma yeteneğini zaman içinde kaybetmesi sonucu meydana gelen bir hastalıktır.”
Sonunda bu da oldu diye geçirdi içinden. “Yaşa bağlı...” Bunu kendinden bile gizlemek istercesine hemen bilgisayarı kapattı. Hatta bunu senden beklemezdim bile dedi kendine. Bir bardak suyu bir dikişte içti. Bir süre oturdu. Odadan odaya geçti. Eşi bir gariplik olduğunu sezdi, hayrola sende bir hâller var, dedi. Şarj aletini bulamıyorum deyince daha bir garip baktı eşi. Elinde ya, deyince panikle fırlattı şarj aletini. Sen şöyle bir otur bakalım, sende bir hâller var, dedi eşi. Yok, kan şekerim düştü yine herhâlde diyerek geçiştirmek istedi. Bir şeyler atıştırırsam geçer. Elindeki şarj aletini fark edememesi de bunama belirtisi miydi acaba? Önce gözler sonra hafıza. Teker teker gelin dedi içinden. Biraz durduktan sonra o kadar da değil diye düşündü.
Artık her şeye farklı bakar olmuştu. Önce uzaktan bakıp sonra gözlerini kısarak elindekini yaklaştırıyor, netlik bozulunca orada bırakıyor yaklaştırmayı.
Hemen bir randevu aldı göz doktorundan. Bu ilkti. Bugüne kadar hiç ihtiyaç hissetmemişti ki… Sırası gelince önce ölçüm yapıldı. Cihaza çenesini ve alnını dayadı. Uzakta bir balon belirdi. Gitti, geldi, netleşti, bir ara flu oldu görüntü. Bitti deyince balon da uçtu gitti. Çıktıyı aldı, doktorun yanına girdi. Cihazlarla muayene yapıldı. Gözünü dayadığı yerde, yeşillikler içinde bu kez bir ev. Gidiyor, geliyor, netleşiyor, görüntü bozuluyor. Bu pastoral sahne hoşuna gitti. Ne güzel bir evdi bu böyle. İnsanın içi açılsın diye mi koymuşlar acaba? Önce her yer yemyeşil. İnsanın kendini boylu boyunca bırakıp gökyüzünü izlemek isteyeceği bir yeşillik. Uzakta kırmızı çatılı bir ev. Başka bir şey yok etrafında. Sadece huzur var görüntünün tümünde. Bir masal gibi evi izlemeye dalmıştı ki doktorun, tamamdır demesiyle başını cihazdan kaldırdı.
“Yaşınıza göre her şey normal. Bu yaşta erkeklerde yakını görme azalır. Telaşa gerek yok. Size yakın gözlüğü yazıyorum. Okumalarınızda artık gözlük kullanacaksınız.”
Hayda!!! Yakın gözlüğü. Doktorun cümlesi kulağında çınlayıp durdu. Önce tırnak içine aldı cümleyi, bir süre parantez içine hapsetti, sonra bir baktı göğe asılmış, trafik lambalarında yanıp sönüyor cümle. Gözlükçüye gidene kadar aynı cümle ile roman yazdı.
“Yaşınıza göreeeeeeeeee…”