Hayatımın Tarzı Mı?

Osmanlı’nın son dönem yazarlarından Ömer Seyfettin, tarihimizde kırılma noktası olan pek çok olaya tanıklık etmiş hem dünya genelinde hem de ülkemizde yaşanan değişimlerden hissesine düşeni alıp okurlarıyla buluşturmuştur. Onun bazı eserlerinde ele aldığı mazi ve gelecek arasındaki zıtlıklar, Doğu ve Batı karşılaşması sadece yaşadığı döneme ait sorunlar olmaktan oldukça uzaktır. Bahar ve Kelebekler hikâyesinde bir büyükanne ile onun torununun torunu olan genç kız arasında geçen diyalog bugün dahi yaşadığımız coğrafyada var olan hem medeniyet hem de geçmiş-gelecek nesil zıtlıklarına örnek olacak nevidendir.

“Şimdi siz Frenk mürebbiyeler elinde büyüyor, kendi lisanınızın güzelliklerini tanımıyor; başka memleketlerin, başka şeylerini öğreniyorsunuz. Onlara benzemek istedikçe kendi benliğinizden uzaklaşıyor, etrafınızdan nefret ediyor, hakikaten sevinç ve saadetten mahrum kalıyorsunuz… Frenklik bir veba gibi içimize girmiş, eşyamızı, esvaplarımızı, evlerimizi değiştirirken ruhlarımızı da değiştirmişti. Her şey yalan, her şey sahte, her şey taklit oldu. Ananelerimiz öldü. Saadet uzak bir hayale, yetişilmez bir hülyaya inkılap etti… Âdetlerimizle beraber sevinçlerimiz de söndü. Şimdi şaşkın ve mustarip bir nesil…”

Osmanlı’nın son dönemlerinde Tanzimat ile başlayan değişim hareketi, Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan düzenlemeler ile devam eder. Sanayi, ticaret, tarım, ekonomi, eğitim alanlarındaki sorunları çözmek ve ilerleme sağlamak amacıyla yapılan düzenlemelerde Batı’nın uygulamaları örnek alınır. Batılılaşma ve modernleşme hareketleri sadece Batı’nın ileri teknik, araç ve imkânlarına ulaşmakla sınırlı kalmaz. Çünkü kültürel değişim bir bütündür ve maddi unsurlarla birlikte manevi unsurlarda da değişim gerçekleşir. Hatta ideolojik ve manevi değişim, topluma teknik ve bilimsel değişimden daha hızlı etki eder. Bu sosyolojik olgu toplumumuzun sosyal değişim sürecinde de yaşanır ve sosyal hayattaki yenilikler, teknik ilerlemelerden daha önce görünürlük kazanır. Bu noktada son iki yüz yıldır devam eden toplumsal değişimin kültürel yozlaşmaya dönüştüğü, inancımızla, kültürümüzle, gelenek ve göreneklerimizle aramızdaki bağı zayıflattığı düşünüldüğünden birçok eleştiriyi de beraberinde getirir.

Bugün, Batı tipi bakış açısı ve yaşam biçimine gitgide benzemenin, toplumdaki ikiliği geniş alandan aile içine kadar indirgediğini söylemek mümkün. Çok değil yirmi yıl önce farklı kültürlere sahip insanlar aynı mahallede yaşarken şimdi aynı evin içinde dede, baba ve torun farklı kültürlerin yaşam biçimlerini sürdürme eğiliminde. Bu da maalesef basit kuşak çatışmalarından öte kültür çatışmalarına benzer bir durum ortaya çıkarmakta.

Yaşam tarzı, yaşamı nasıl sürdüreceğimizle ilgili temel seçimlerimiz ve genel hayat görüşümüzdür. Bulunduğumuz toplumdan, sosyoekonomik durumdan, kişisel beklentilerimizden bağımsız bir yaşam sürmeyiz. Yeme içime alışkanlıkları, giyim tarzı, ev dekorasyonu, eğlence anlayışı, gezilen mekânlar, vaktin nasıl planlandığı gibi konular hayat tarzının birer parçasıdır. Bu alanlarda yaptığımız tercihlerle kendi kişiliğimizi ve yaşam biçimimizi inşa ederiz. Burada önemli olan konu bize sunulan seçeneklerin ne olduğu ve tercihimizi belirlerken hangi değerlerden etkilendiğimizdir.

Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var, Müslüman, bireysel ve toplumsal davranışlarında iyi ve doğru olanı seçmekle sorumludur. Bu sebeple hayat tarzı oluştururken de İslami ve insani olanları dikkate almalıdır. Allah (c.c.), “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve peygamberine itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kazanç budur.” (Nisâ, 4/13) ayet-i kerimesinde olduğu gibi sosyal hayatı tanzim eden ayetlerde “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır.” ifadesiyle İslam’ın çizdiği genel çerçeveyi hatırlatır. Diğer taraftan günlük hayatımızda önümüze çıkan her seçeneğin bir kaynağı olduğunu unutmamak gerekir. Kimisi ailemizin yaşadığı yörenin âdetlerinden, toplumun gelenek ve göreneklerinden kimisi de popüler kültürün ögelerinden beslenir. Bizler karşımızda duran seçenekler arasında tercihlerimizi belirlerken “kendi istediğimiz”e yöneldiğimizi iddia etsek de çoğunda bir dayatmaya maruz kalırız. İster popüler kültürün reklamlarla ön plana çıkarılmış moda dayatmaları olsun ister birlikte yaşadığımız insanların beklentileri olsun bize yönelik alternatifleri sınırladığında “kendi isteklerimiz”den bahsedemeyiz. Ayrıca muhakeme yapmadığımız durumlarda dar alanlarda sıkışıp kalırız.