Gölgesine Sığınılacak Bir Gümrah Ağaç

Adı çok eski zamanlarda konulmuş bir huzursuzluk, el ayak çekilince karanlık örtülere bürünerek şehrin üzerine çarşaf gibi serilir. Gecenin tedirginliği her gün batımının ardından usulca çöktükten sonra Mekke’nin kavruk sokaklarında envai çeşit sinsilik, cahilliğine cahillik ekleyerek gölgeler hâlinde durmadan çoğalır. Damsız evlerin çığlıklarla örülü kerpiç duvarlarına yansıyan ve gün doğumlarıyla varlığını devam ettiren bu pörsümüş gölgeler, sorgulayıcı bir yalnızlığı ve sarsıcı şüpheleri için için besleyerek büyütür de buna karşı Mekke’nin şirke bulanmış ulularının elinden eziyetten, işkenceden başka bir şey gelmez.

Mekke derin uykudadır, Mus’ab uyanık ve asırlık ağaçlar gibi ayakta.

Çöl rüzgârlarının mihmandarlığında kalbini süsleyecek sessizliği sevinçle bekler Mus’ab. Erkam’ın evi, cennet bahçelerinden esintiler yollayarak tutkuyla Mus’ab’ı bekler. Mekke’de ondan daha bakımlı, ondan daha fazla refah içinde olan başka kimse gösterilmezken, nimetler denizinde yüzen soylulardan herhangi biri değildir Mus’ab. Muştularla dolu başka dünyanın ölümsüzlüğe açılan kapıları Mus’ab’ı bekler. Hayatın bütün zevkleri anlamsızca yanı başında durur Mus’ab’ın; gecenin ziyası, gündüzün aydınlığı Mus’ab’ı bekler.

Bu keşmekeş, bu dağdağalı vakitlerde, bu çetin, bu sıkıntılı zamanların rahatsız günlerinde süregelen hayatı allak bullak edecek, darmadağın hâle getirecek bir Nebi’nin eteğine ilişmiştir genç Mus’ab. İlk müminlerden biri olarak gözü Hz. Nebi’den başkasını görmez. Mus’ab, o emsalsiz inci tanesinin dudaklarından dökülerek kalbini besleyecek billur sözleri bekler.

Safa Tepesi’nin Mekke tarafındaki yamacında bulunan Erkam’ın evi ne güzel evdi öyle. Mus’ab’ın hassas gönlüne nasıl bir ateş düşürmüştü ki, Allah’ın nuruyla parlayan ruhu, dünya hesabına ne varsa her birinden teker teker vazgeçirmişti onu. Mekke’nin en soylu ve en zengin ailesinin biricik oğlu iken göz kamaştıran şaşaalı dünyayı terk ederek garipler gibi yaşamasına kimse bir anlam verememişti.

Mus’ab, o eşsiz gül yapraklarının yumuşak yüzüne bir yağmur damlası gibi tutunarak ebedî saadeti bekler.

Kureyş gençlerinin gözdesi olarak geçtiği yerlerde tesirli izler bırakmakla nam salan Mus’ab. Nimetler denizinde doğan ve şatafatlı evlerde büyüyüp serpilen, ipek elbiseler giyinerek, hoş kokular sürünen, şiirler okuyarak, lezzetli sözler söyleyen Mus’ab. Endamı biçimli, yakışıklı Mus’ab. Bundan böyle karanlığın uyuşuk gölgesi hayatının neresine düşer?

Mus’ab’ın, serin sularda dolaştıran heyecanı dünyalara sığmazken, annesinin dudaklarının kıvrımlarına sinen şiddete meyyal sözlerini yer gök kabul etmez. “Mus’ab nereye gider böyle? Varımı yoğumu uğruna feda ettiğim bu oğul, varını yoğunu bırakır da nereye gider? Lat, Menat, Uzza söyleyin Mus’ab nereden gelir? Bu merhametli yuvamız varken nereyi yuva bilir Mus’ab? Hangi yollarda dolaşır ataları yolunu çizmişken? Kimin elini tutar, ben elimi uzatmışken? Benden yüz çevirip de kimin yüzüne bakar, canım ona feda iken? Hangi bağı bahçeyi, hangi gülistan yerleri mesken edinir de şimdiye değin görmediğim bir içtenlikte gözlerimin içine bakar. Allah ne, melek ne, vahiy ne, elçi ne? Onu elimden alan bu yol gösterici de kim?”

Mus’ab bir güzellik deryasıdır ki onun çehresini anlatmaya çaba sarf eden çoğu genç kız kelime yetiremez de güzelliğin saf ruhuna sığınır. Mecenne Panayırı Mus’ab’ı eğleştirirken, Kureyş’in büyükleri kulağına bir şeyler fısıldar mı diye annesi ve babası umut ederken, Mus’ab Rabbine sığınır. Ailesinin verdiği hapis cezaları ve sundukları dünya nimetlerini hepten kesmeleri, onu sarmaşık gibi sarmalayan karanlığın eline bırakmaya güç yetiremez. Hz. Peygamber’in ardı sıra hep dikenli yollar üstünde yürür de Mus’ab, her zaman Allah’a sığınır.

Habeşistan’a hicret edenler arasında Mus’ab da vardır. Medine’ye hicret edenlerden ilk onu öğrenirsiniz. Tan yeri gibi aydınlıktır ve aydınlık haberler getirir Mus’ab. Akabe’de onun ismini duyarsınız. Medine’nin muallimi olarak, Kur’an okuyan ve okutan ilk onu bilirsiniz. Her bir sahabenin aşkı gibidir Mus’ab’ın Allah ve Peygamber aşkı, başkadır. Eski yaşantısına şahit olanlar onu zayıf bedenine geçirdiği birbirine birleştirilmiş yamalı elbisesiyle gördüklerinde gözyaşlarını tutamayıp, başlarını öne eğerdi. Mus’ab’ı gördüğünde Hz. Nebi’nin gözleri nemlenirdi.