İnsan Muhtaçtır

Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için

mutlaka azgınlık eder.

Alak, 96/6-7

En az 25 elementten meydana gelen insan vücudunun yüzde doksan dokuzu sadece altı elementten oluşur. Bunlar oksijen, karbon, hidrojen, nitrojen (azot), kalsiyum ve fosfordur. Buna göre 60 kg bir insanın vücudu 38.8 kg oksijen, 10.9 kg karbon, 6.0 kg hidrojen, 1.9 kg nitrojen ve 2.4 kg da diğer elementlerden oluşmaktadır.

Elbette insanın biyolojik ve fiziksel dünyası pek çok harikulade özelliğe sahiptir. Ancak insanı yeryüzünde öne çıkaran yönü yüklendiği misyon, duygu dünyası ve varlık âlemiyle ilişkisidir.

Şüphesiz insan yeryüzünün öznesidir. Dünya âdeta insan merkeze alınarak tasarlanmış, yaratılan her şey insanın hizmetine musahhar kılınmıştır. Bununla beraber sahip olduğu akıl, muhakeme, sorgulama yeteneği, nesneler arasında ilişki kurabilme, bilgi üretilme, teknoloji geliştirme ve mantıksal örgü oluşturabilme gibi özellikler bir taraftan insanı güçlü ve etkin kılarken diğer yandan muhtaç hâle getirmekte ve onun hayatının zor tarafını oluşturmaktadır.

Varlık dünyası içinde diğer canlılardan farklı olarak insanın en temel ihtiyacı “anlam” ihtiyacıdır. Mesela “Varlığın anlamı nedir?” sorusu düşünen insanın en temel sorusudur. Dolayısıyla insan öncelikle kendini tanımlamaya, varlığını anlamlandırmaya muhtaçtır.

Bir başka ifadeyle insan öncelikli olarak Allah’a muhtaçtır. Zira insanı yaratan, yaşatan ve onu üstün özelliklerle donatıp ulvi bir gaye ile yeryüzüne gönderen O’dur. Allah’a iman, varoluşun gayesini ve hikmetini izah eden ve hayatı anlamlandıran en büyük ve eşsiz imkândır. İnsan kendini ve yeryüzünde bulunuş amacını anlayabilmek için Allah’a muhtaçtır. Aksi hâlde anlam krizleri içinde savrulacak, gücü merkeze alarak ahlak ve hukuku ihmal eden bir yaklaşımla hem kendisine hem de yeryüzüne kötülük yapabilecektir. Diğer yandan mutlak itaat ve teslimiyeti sadece Allah’a hasreden insan, eşyaya esir olmaktan kurtulacak ve gerçek özgürlüğü yaşayabilecektir. Yani insan özgür olmak için Allah’a teslimiyete muhtaçtır.

Tüm iddialarına ve başkaldırılarına rağmen, yapayalnız, savunmasız ve çaresiz kaldığında sığınacağı yüce bir varlık olarak Allah’a muhtaçtır. İnsan, bir damla sudan dünyaya gelişini, her saniyede nefes alıp verişini, seherlerde Güneş’in doğuşunu, gecenin karanlığında gökyüzünün derinliğini tefekkür ettiğinde Yüce Yaratıcının kudretini ve O’na olan ihtiyacını daha iyi anlayacaktır.

İnsan vahye ve vahyi tebliğ eden peygambere muhtaçtır. Vahiy, insanın yeryüzü hayatı daha iyi olsun diye ilahi bir rehberliktir. İnsan, aklı ve geliştirdiği teknikler ile hayatı kolaylaştırabilme imkânına sahiptir ancak anlam ve ahlaka dair konularda ve aklı aşan alanlarda vahye muhtaçtır. Esasında vahiy, davranışlardan duygu dünyasına, toplumla ilişkilerden evrenle iletişime kadar her alanda insanın hayatına kılavuzluk etmektedir. Nitekim vahyin son ve evrensel kitabı Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında, güzel ahlaktan hukuka, tefekkür etmekten araştırmaya, canlılar dünyasından fizik âleme kadar hayatın her alanında insanlığın ufkunu aydınlatan ayetlerin varlığı görülecektir. İslam düşüncesinde felsefeden astronomiye, tıptan biyolojiye, matematikten edebiyata kadar tüm ilimler ilhamını ve ahlakını Kur’an’dan alır.

Peygamber, vahyi tebliğ ve izah eden, onu yaşanan bir hayata dönüştürerek tatbikini gösteren seçilmiş kişidir. Adaletin, merhametin, insani değerlerin en güzel örneği ve en büyük temsilcisidir. Bütün peygamberler sadece Allah’a kulluk etmeyi, tüm varlığa şefkatle yaklaşmayı, muhtaçlara, zayıflara, mazlumlara yardım etmeyi, adalet ve hukuka bağlı kalmayı tebliğ etmişler ve bu değerlerin mücadelesini yapmışlardır. Dolayısıyla insan ancak peygamberlerin yolundan giderek onurlu, huzurlu, güven içinde bir hayata kavuşabilecektir. Peygamberi yok sayan ya da hafife alan insan, iyilik ve hakikat yolunda en önemli imkânlarından birine sırtını dönmüş olacak, pek çok sıkıntıya maruz kalacaktır. Zira peygamberler aynı zamanda Allah’ın hayata koyduğu sosyal yasaların canlı ve güçlü kalması için çalışmışlardır. Mesela adalet, merhamet, yardımlaşma gibi değerlerin güçlü olduğu toplum daha huzurlu ve güvenli olacak; haksızlık, bencillik ve kötülüğün yaygın olduğu toplum, pek çok bela ve musibetle kuşatılacak ve yaşanmaz hâle gelecektir. Bu âdeta sosyal hayatın değişmez doğal kanunudur.