Gecenin bir yarısıydı; ben uykuyu değil uyku beni terk etmişti. Gözümü sıkıca yumdum, yorganı başıma çektim yeniden uyumayı denedim fakat olmadı. İstemeye istemeye yatağı terk ettim. Sık sık olmasa da ara sıra bunu yaşadığım olurdu. Bu gece de onlardan biriydi.
Üçte ikisi geçmiş olan geceye bu sessizlik çok yakışıyordu. Bir müddet yağmurun sesini dinledim. Yeryüzünün tüm tozunu, kirini alıp götürüyordu yağmur. Kimsesiz sokaklar ve kaldırımlar pırıl pırıldı. Sokaklar sessizliğin ve huzurun en güzel anını yaşıyordu ve ben madem uyanıktım bu gece, yağmurda yürüyüşe, yolculuğa çıkmak istedim.
Bu dünyada herkes gibi ben de bir yolcuydum. Her yolcu gibi benim de görevlerim vardı. Bu sorumluluk bilinciyle çıktım yola. Önümde sonunu göremediğim yollar vardı. Yolun başındaydım ama nereye gideceğimi bilmeden bu yolu yürüyemezdim. Durup düşündüm; sırtımda çantam ve içinde kullanabileceğim kadar malzemem vardı.
Yola çıktığımda herkes gibi ben de yalnızdım. Zaman zaman yol arkadaşlarım oldu. Yorulduğumda durup dinlendim. Sık sık kendime yolcu olduğumu hatırlattım. Yol arkadaşlarım sık sık olmasa da değişebiliyordu. Sağımdan solumdan geçip gidenler vardı. Kimi selam verip hâl hatır sorar kimileri de acelesi varmış gibi geçip giderdi. Bazen de mola yerlerinde uzun uzadıya muhabbetlerimiz olurdu.
Bir mola yerinde dinleniyorken çocuklar gördüm, hepsi birbirinden masum ve bir o kadar da heyecanlıydı. Bir grup çelik çomak oynuyordu, bir başka grup dokuz kiremit, daha başkaları yakalamaca oynarken kendilerinden geçmişlerdi. Anı bütün bedenleriyle yaşıyorlardı. Oyunun kazananı ve kaybedeni yoktu. Ekmek dilimlerine salça sürmüş bir teyze bunları çocuklara ikram etti. Belki içlerinde kendi çocuğu da vardı. Oturarak yiyin, dedi ve oradan uzaklaştı. Karanlığa kadar oynamaya devam eden çocuklar babalarıyla yollarda karşılaşmamanın telaşındaydılar. Mutlulukları yüzlerinden, yorgunlukları da bedenlerinden akıyordu.
İleride bir gurup daha gördüm; ellerinde birer kara kutu birbirlerine bile bakmadan öylece kafaları önlerinde, duruyorlardı. Bütün bedenleri hırstan katılaşmış, birbirlerine çok yakın fakat kendilerini bile görmeyen ve duymayan çocuklardı bunlar. Bu çocuklar hangi zamanın çocukları diye düşündüm. Bir kutu sayesinde kendi yalnızlıklarıyla savaşıyorlardı. Hepsi kazanmak istiyordu. Nasıl ve ne şekilde olursa olsun kazanmak, asla kaybetmemek… Yükleri ağırdı; ne zaman bu hâle gelmişlerdi? Anneleri ve babaları, kendilerinden arta kalan vakitlerinde olayı çözmeye çalıştılar. Ama çok geç kalmışlardı. Zaman hız almış önlerinden akıp gidiyordu. Z kuşağıymış. Bir isim bulmuşlar. Fakat nereye gideceğini ve nerede duracağını bilmeyen bu çocuklar sindirilmemiş bilgi kalabalığıyla ne yapabilirdi?
Bu yolculukta küçük dinlencelerin birine kendimizi kaptırmış, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. Bulunduğumuz yer yemyeşil, güzel bir vadiydi. Adı gençlik vadisiymiş. Gençlik vadisinde, büyüklü küçüklü mütevazı evler arasında üst üste kondurulmuş çok katlı binalar. Birçoğu normal şartlarda yapılmış, birçoğu hormonlu gibi almış başını gitmiş, büyüdükçe büyümüş. Bu evlerin tel örgüyle çevrilmiş bahçesinde gidip geleni, girip çıkanı not alan bekçiler. Sonra biz, sohbet muhabbet, çoluk çocuk, konu komşu, hısım akraba bir oluvermişiz. Kendimizi yaşananlara kaptırmış ve unutmuşuz. Verilmiş sözlerle çıkmıştık yola oysa yolcu olduğumuzu unutmayacaktık…
Hırçın bir rüzgâr, bir sağdan bir soldan esti gürledi. Fark ettiğimizde çok geç olmuştu. Ne olduğumuzu anlayamadık. Toparlanmaya çalıştık; rüzgârın uğultusu bizi dağılmışlığımızda tutsak etti. Göğü ikna etmiş ki kapkara bulutlar, üstümüzde bir sağa bir sola gidip geliyorlardı. İşareti alan gök gürledi ve yer sarsıldı. Yağmur geceye fısıldadı. Gece konuğunu en güzel şekilde ağırladı. Evlerin pencereleri sıkı sıkı kapandı. Anneler affedildi ve çocuklar doğdu. Bu yağmurlu gece bir daha unutulmadı.
Sabaha karşı gün doğarken hiçbir şey olmamış gibiydi, açıldı pencereler. Ben hâlâ bir yolcuydum ve tanıdığım, tanımadığım herkes… Bu yolculukta önden gidenler ve geride kalanlar vardı. Yükünü taşıyamayıp yollarda kalanlar ve arkada daha gelecek olanlar vardı. İyilik ve kötülük aynı dünyanın kalabalığıydı fakat yürüdükleri yollar farklıydı. Her yolcunun kendi tercihiydi; kimileri rüzgâr esse bırakır kendini oradan oraya savrulur kimileri de yağmurla ıslanır, karda paklanır ve menzile öyle ulaşırdı. Unuttuklarımı bir kez daha aklıma ve kalbime iyice yerleştirdim ve yolculuğuma öyle devam ettim.