Ahmet Mithat Efendi (1844-1912); kaleme aldığı eserlerle edebiyatımızın hace-i evveli (ilk hocası) olarak kabul edilen öncü bir şahsiyettir. Tanzimat, Servet-i Fünûn ve Meşrutiyet’in ilk yıllarında matbuat dünyamızın önemli figürlerinden biri olan Ahmet Mithat Efendi, gazetecilikteki üstatlığı nedeniyle ‘Efendi Baba’ unvanıyla anılır.
Oğlu Doktor Kâmil Yazgıç hatıralarında babasının fizikî özelliklerini şu cümlelerle tasvir eder:
“1.85 santim uzunluğunda bir boy... Bu uzun boyla mütenasip genişlikte omuzlar. Bu geniş omuzlarla mütenasip şişkinlikte pazılar ve bu şişkin pazılarla mütenasip irilikte eller ve uzun, kalın parmaklar… Kocaman bir göbek ve o göbeği taşıyamıyormuş gibi öne doğru hafifçe eğilmiş bir bel… Beyaz telleri siyah tellerinden bol, gür bir sakal ve uçları aşağıya sarkmış dolgun bıyıklar tarafından yarı örtülmüş mevzun [orantılı] dudaklar… Çene yuvarlaktır. Elmacık kemikleri mütebarizdir [belirgindir]. Ten buğdaydır ve üzerinde bulunduğu heybetli vücutla mütenasip büyüklükte olan bu baş, eğilmekten kaçıyormuş gibi daima, arkaya doğru gerili durur ve bu başın sahibi, yetmişini geçtiği hâlde, on sekiz yaşının atılgan diriliğini kaybetmemiş olan Ahmed Midhat Efendi’dir.
Fakat terziden alındıktan sonra, bir defa bile ütü yüzü görmemiş bol ceketi, bol pantolonu, hemen daima yamalı potinleri, Halep kumaşından, devrik yakalı, kolasız gömleği, eski ve sola sola kurşunileşmiş siyah kravatı, tarağa hasret çeken darmadağınık saçları ve bütün bunların bir araya gelmesinden doğan umumi perişanlığı içinde, Ahmed Midhat Efendi’yi görenler ya mütekait [emekli] bir pehlivan yahut da düşkün bir mirasyedi sanabilirlerdi. Pantolonunun arka cebinde daima taşıdığı Smith Nelson tabancası, ceketini kabartırdı ve bu kabarıklığı görüp de sahibini tanımayanlar, Ahmed Midhat Efendi’yi, cebinden nevalesini eksik etmeyen bir akşamcıya da benzetirlerdi. Ceketinin bir cebinden Figaro gazetesinin başlığı görülür, beriki cebinden de matbaaya verilmek üzere hazırlanmış müsveddeler sarkardı.”
Çerkes asıllı Hüseyin Bey ile Nefise Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelen Ahmet Mithat Efendi, oldukça haşarı bir çocukluk evresinin ardından ailesini geçindirmek için küçük yaşlarda Mısır Çarşısı’ndaki bir baharatçıda çıraklık etmeye başlar. Bu sırada okuma yazmaya heveslenen Efendi Baba’mız dükkân komşusu Hacı İbrahim Efendi’den okuma yazmayı öğrenir.
Niş Rüştiyesi’nde eğitim gören Ahmet Mithat Efendi, Mithat Paşa’nın himayesinde memuriyet hayatına girmiş, ilerleyen yıllarda basın-yayın dünyamızın etkili bir kalemi olmuştur. Sekiz sayfa hâlinde yayımladığı ve adıyla özdeşleşen Tercüman-ı Hakikat gazetesinde neredeyse bütün yazıları o hazırlar. Yayımladığı tefrika romanlar o dönemde hayli ilgi çeker, hatta dönemin okuyucularının, çok sevdikleri romanları bitirmemesi için gazeteyi bastıkları, yazarı tefrikalarını sürdürmesi yolunda zorladıkları rivayet edilir.
Ahmet Rasim, ömrü boyunca yoğun bir yayın faaliyeti içinde olan patronunu ‘kırk beygir kuvvetinde yazı makinası’ olarak nitelendirmiştir. Oğlu Kâmil Yazgıç hatıralarında, havadisin kıt olduğu ve Ahmet Rasim’in de yazısını göndermediği bir günde babasının son vapuru kaçırmamak için üç dizgiciyi karşısına alıp her birine bir yazının farklı bölümlerini irticalen yazdırdığını aktarır.
Ahmet Mithat Efendi 1880 yılında Beykoz’da bir çiftlik satın alır. Bir yandan matbuat âleminde fırtınalar estirirken bir yandan da bu çiftlikte ziraat ve hayvancılıkla uğraşır. O, Avrupa’dan ziraatla ve hayvancılıkla ilgili pek çok alet getirtmiş, ülkemizde ilk kuluçka makinasını ve fennî arı kovanını tecrübe eden isim olmuştur.
Hace-i evvel, bu çiftliğin bir köşesine damadı Muallim Naci için de bir köşk yaptırır. Bu çiftlikte Muallim Naci ile hoş vakitler geçiren Ahmet Mithat Efendi, Naci’nin 44 yaşında ölümünün ardından damadıyla geçirdiği tatlı demleri hatırlayıp üzüleceği için bu köşkü yıktırır ve tam on yıl Akbaba Çiftliği adıyla anılan Beykoz’daki çiftliğine adım atmaz.
Beykoz’daki çiftliğine ait araziden çıkan Sırmakeş Suyu’nun mülkiyeti de yazara aittir. Bu meşhur menbaın suları o dönemde arabalara doldurulan devasa fıçılarla şehre getirilmiş, muhtelif yerlerde ve dükkânlarda halka satılmıştır.
Kır sefalarında vakit geçirmeyi çok seven Ahmet Mithat Efendi, bu gezintiler için özel çadırlar hazırlatır, yaz aylarını aile fertleriyle kırda bayırda çadırlar kurarak geçirmekten zevk alır. Bu gezintilerde aile fertlerine ata binmesini bizzat öğretir. Boğazına düşkün bir kişi olan Ahmet Mithat Efendi, iştahını bu gezintilerdeki ‘bol ve temiz hava ile iyi su’ya bağlar.