RÜYALARINI KİMSEYE ANLATMA…
Fadİm Özer Kasay
“Babası şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma.
Yoksa sana tuzak kurarlar.
Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”
(Yusuf, 12/5)
Semih Kaplanoğlu’nun “Yusuf Üçlemesi”nin son filmidir Bal. Yumurta’da orta yaşlarını, Süt’te ilk gençliğini izlediğimiz Yusuf, Bal’da altı yaşında bir çocuk olarak çıkar karşımıza. Babası Yakup’u bu filmde görür ve zihnimizdeki soru işaretlerine de cevap buluruz aynı zamanda. Yusuf’un ailesi Karadeniz’de bal ve çay ile geçimini sağlamaktadır. Atmacası Camgöz rehberliğinde okula giden Yusuf içine kapanık bir çocuktur. Sınıfta çocuklar birer ikişer okumaya geçip kırmızı kurdeleyi yakalarına takarken Yusuf’un kurdelesi kavanozda beklemektedir. Oku, emrinin muhatabıdır Yusuf, okur ama kimseler bilmez babası dışında. Evde yalnızken de okur ama sınıfta kekeler. Zaten çok fazla da konuşmaz. Yusuf’un rüyasından kesitler seyrederiz filmin başında ve ortasında. Pek çok yönetmenin de filmlerinde yer verdiği, sinemada rüya kullanımını Semih Kaplanoğlu’nun farklı bir zeminde ele aldığını görürüz.
Film, Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “Oku!” ile başlar. Babası Yakup “oku” deyince okuyuverir duvardaki takvim yaprağını altı yaşındaki Yusuf. Takvimde okuduğu günün hadis-i şerifi “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin.” olur. Bir rüya gördüm, der Yusuf babasına, “Bir ağacın altında oturuyordum, yıldızlar…” deyince sözünü keser babası, “Ortalık yerde rüya anlatılmaz, kulağıma anlat.” diye uyarır onu. Sonra babasının kulağına fısıldar Yusuf, bunun üzerine baba Yakup “Rüyalarını kimseye anlatma.” der ve Yusuf kıssasıyla başlar Bal.
Film boyunca Yakup’un bal arama serüvenine ve bunun Yusuf’un hayatındaki etkisine tanık oluruz. Bu arayış Semih Kaplanoğlu’nun kendi ifadesiyle “hikmet arayışı”dır. Bal, bu dünyada elde edilmek istenen şeylerdir. Filmin ilk sahnesinde Yakup’un ağaçta asılı kalma hâlini yakın planla verir bize Kaplanoğlu, insan araftadır, der örtülü bir şekilde izleyicisine. İnsan cennet ve cehennem arasında, iki dünya arasında araftadır. Yaşanan bütün sıkıntılar cennetteki huzura kavuşmak içindir. Bal metaforunu Kaplanoğlu’nun ilmek ilmek filme işlediğini görürüz.
Filmde, “Oku!” emrine muhatap olan Yusuf’un, babasının yanında okuyabilirken sınıfta okuyamadığı ve “okuyorum rozeti”ni bir türlü yakasına takamadığı sahnelerle karşı karşıya kalırız. Semih Kaplanoğlu bir söyleşisinde bu sahnenin aslında kendi çocukluğundan ekrana yansıdığını şu ifadelerle belirtir: “Bir gün ders yapıyoruz, okul daha yeni başlamış. Öğretmenimiz bir torbayla içeri girdi. Torbanın içinde kurdeleler var. Kurdeleler yaldızlı, üzerlerinde okumayı biliyorum yazıyor. Her birimize bir kurdele düşüyor. Birileri okudukça parmak kaldırıyor. Okuyanlara öğretmen kurdele takıyor. Bu bende büyük bir stres yarattı. Okumayı biliyorum, evde okuyorum ama okula gelince kilitleniyorum. Bir keresinde bir teşebbüste bulundum ve okumaya çalışırken kekeledim, öğretmen sonra okursun dedi. Artık ondan sonra hiç sesimi çıkaramadım.”
Yusuf ile babası arasında özel bir ilişki vardır. Filmde Yusuf’un masadaki elmayı babasının isteği üzerine ikiye böldüğü bir sahne yer alır. Sadece babasıyla paylaşır Yusuf. Bir gemi yapmaktadır babası Yusuf için. Ama bir gün Yakup urgan almaya Yusuf’un arkadaşı Hamdi’nin evine gider ve Hamdi’ye bir hediye uzatır. Yusuf babasının gemiyi arkadaşına hediye ettiğini düşünür. Ödevlerini yapmaz ve okulda Hamdi’nin defteriyle kendi defterini değiştirerek Hamdi’nin azar işitmesine neden olur ve kendince ondan intikam alır. Babasına gemiyi sorduğunda “O gemi denize açıldı.” cevabını alır. Sonrasında zaten babasının bal aramaya gittiğini görürüz.
Filmde Yusuf’a dua okunan bir sahne vardır. Yine rüya metaforuyla baş başa bırakır bizi Kaplanoğlu. Yusuf, hocanın yanından karanlık bir yere geçer oradan mutfaklarına gelir; ardından yine karanlıklar içerisinde salona, oradan tekrar seslerin geldiği mutfağa geçer. Babası ve annesi kahvaltı yapmaktadır. Sonra Yusuf’u uyurken görürüz. Kalkar ve tekrar sesler gelen mutfağa yönelir orada sadece annesi vardır. Babasını arar Yusuf. Rüya ile gerçek arasında bir geçiştir bu. Tıpkı yaşam ile ölüm gibi. Her şey iç içedir. Yusuf babasını aramaktadır ve arılar vızıltılarıyla haber verirler ona. Ama gerçek ama hayal. Sınıfta yoklama alır öğretmen ve Hamdi gelmemiştir. Sınıftan çıkar Yusuf, başka bir sınıftaki kız öğrenci pencere önüne oturmuş bir şiir okumaktadır:
Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar…
Arthur Rimbaud’un “Özlem” isimli şiiridir bu ve çok etkilenir Yusuf. Şiiri okuyan kızı takip eder başındaki beyaz kurdeleden tanıyarak. Kız akarsuyun üzerindeki köprüde kaybolurken yerde kurdelesini bulur Yusuf ve evde kurdeleyi gözlerine bağlayarak gezinir. Ayağı bir yere takılınca gözlerini açar ve babasının yaptığı gemiyi tamamlanmış bir hâlde karşısında görür. Hemen gemiyi alır ve arkadaşı Hamdi’ye götürür ve uyuyan arkadaşının yanı başına gemiyi bırakır.