İbn Sina

Paris Tıp Fakültesi’nin büyük dershanesindeki dünyanın en meşhur hekimlerini temsil eden duvar freskinde bulunan İbn Sina’nın illüstrasyonu, aslında Orta Çağ İslam medeniyeti hakkında ciltler dolusu kitabın anlatacağından çok daha fazla mesajı günümüz insanına âdeta haykırmaktadır.

Hemen akla şu soru gelebilir: Köklü bir Batı üniversitesinde 980-81 yılında Buhara yakınındaki Efşene köyünde doğan bir Müslüman âlimin neden temsilî resmi konulmuştur?

Cevap aslında çok açık. Batılıların Avicenna bizim İbn Sina olarak bildiğimiz, tam adı Ebû Alî el-Hüseyn b. Abdillâh b. Alî b. Sînâ olan bu Müslüman âlim, insanlığın ortak mirasının inşasına büyük katkısı olan, tarihin büyük fikir ve ilim mimarlarındandır.

Bir Âlim Yetişiyor

İbn Sina, günümüzde Özbekistan’daki Buhara yakınlarında bulunan Efşene adlı küçük bir köyde dünyaya gelmiştir. Babası yakındaki bir kalede kumandandır. İbn Sina’nın doğduğu muhit o dönemde İslami eğitimin önde gelen bir merkezidir. İbn Sina’nın eğitim rotası, ailesinin Buhara’ya taşınmasıyla engin ilim ufuklarına doğru yol almasına zemin hazırlamıştır.

Deha çapında bir zihne sahip olan İbn Sina daha çocuklukta kendisini belli etmiş, on yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve Arap edebiyatının büyük eserlerinden birçoğunu okumuştur. Öyle ki on dört yaşına geldiğinde, eğitim aldığı muhitteki hocalarından daha fazla ilim birikimine sahiptir. Genç yaşında, onun ilimine güvenen kişiler üzerinde tıp bilgisini uygulamaya başlaması şaşırtıcı değildir. Tam bu noktada hayatında bir kırılma gerçekleşir. Ona kendisini tedavi ettiren hastalardan birisi, bir Samanoğlu şehzadesidir. Tedavisi başarılı olan şehzade, ödül olarak saray kütüphanesini İbn Sina’nın hizmetine sunmuş, böylece o hukuk, tıp ve metafizik üzerinde bağımsız çalışma imkânı bulmuştur.

Bu yıllarda Farabi’nin eserleri üzerine çalışarak felsefe konusunda derinleşir. Gayretli çalışmasının ilk meyvesini de yirmi bir yaşındayken verir ve felsefeye dair kendi eserini kaleme alır. Ama bu yükseliş tesadüfi değildir. İbn Sina her ne kadar deha çapında bir zihne sahip olsa da kendisine ait bir çalışma yöntemini de sıkı sıkıya izler. Peki nedir bu çalışma metodu? İbn Sina metodunu çok net bir biçimde şöyle çerçeveler:

“Ne zaman şaşırtıcı bir meseleyle karşılaşsam ya da bir ifadeyi çözemesem, mescide koşup ibadete dalar ve Allah’tan gizli olanın açığa çıkmasını ve güçlüğün kolaylaşmasını niyaz ederdim. Eve dönünce geceleyin kandilimi yakar ve okuyup yazmayla meşgul olurdum. Uyku ya da yorgunluk ağır bastığında gücüm yerine gelene kadar bir içecek içerdim. Sonra tekrar okumaya dalardım. Uyumamak için daha önce aklımdan geçenleri uykudayken aklımdan geçirmeye devam ederdim. Aslında birçok meseleyi böyle hallettim. Tüm ilimlerde uzmanlık elde edene kadar böylece devam ettim.”

İlme Adanan Bir Ömür

Çalışma azmi ve başarısıyla göz kamaştıran İbn Sina, saray hizmetine alınmış, Samanoğulları devlet yönetiminde vezirliğe kadar yükselmiştir. Ama onun çalışma odası dışında dünyada da politik çalkalanmalar sürüp gitmiştir. Her ne kadar İbn Sina kendini yalnız ilme vermiş olsa da bu çalkalanmalar gelip onu da etkilemiştir.

Takvimler 999 yılını gösterdiğinde Buhara şehri Gazneliler tarafından fethedilir. İbn Sina, Samanoğulları’nın saray himayesini ve babasını kaybedince Buhara’dan ayrılmaya karar verir. Bu noktadan sonra hayatı tam bir maceraya dönüşür. Zira o, Gazneli Mahmut’un teklifini reddetmiştir ve yakalanması için Gazneli askerleri de onun peşine düşmüştür.

İbn Sina bu durumdan yakınmaz, umutsuzluğa düşmez. Hayatını bir şehirden diğer bir şehre kaçarak sürdürür. Bu kaçışları sırasında maceralı yaşamının kalitesi genelde konakladığı beldelerdeki önemli kişileri tedavi yeteneklerine bağlı olmuştur. Gündüzleri yaşamını saray hekimi olarak geceleri ise tüm insanlığa miras bıraktığı büyük eserleri yazarak geçirmiştir.

Felsefenin Büyük Öğretmeni

Üzülerek söylemek gerekir ki İbn Sina’nın eserlerinin hepsi bugüne ulaşamamıştır. Dahası kimi önemli eserleri daha kendisi hayattayken kaybolmuştur. Felsefe ve tıp alanında oldukça ün kazanan İbn Sina, İslam felsefesi geleneğinin Farabi okulu içinde yer alan en büyük düşünürdür.

İbn Sina sayesinde Antik Yunan felsefesinin büyük bölümü, Avrupa’nın karanlık Orta Çağ’ının bilim ve fikir düşmanlığından korunmuştur. Bu noktada o, Orta Çağ Müslüman düşünürleri gibi İnsanlığın düşünce mirasını koruyarak ve geliştirerek gelecek nesillere aktarma rolünü üstlenmiştir.

Öyle ki felsefe alanında o dönemde en büyük öğretmen Aristoteles sayıldığı için onu en iyi açıklayan Müslüman âlim Farabi’ye “Muallim-i Sânî” yani “İkinci Öğretmen” denilirken, İbn Sina’ya da felsefe ve diğer ilimleri sistemli bir hâle getirmesinden dolayı “Eş-Şeyhü’r-Reîs” unvanı verilmiştir. Yani XI. yüzyıl ve sonrasında hem İslam dünyasında hem de Batı’da felsefe denilince öncelikle akla Farabi ve İbn Sina gelmektedir.

Doktorların Prensi