Göç, Eski Türkçede “köç” yani kalkıp gitmek, taşınmak anlamına gelir.
Göç fiili, taşıdığı eşya ile aynı ismi taşıyan bir fiil. Göç edersin, göçünü taşırsın ardında. İyi ama onca insan neden göçer oradan oraya? Göçer olur insan, neden? Durup dururken değil ya!
Eskiden insan doğa ile uyumlu bir hayat yaşardı. Şimdilerde yükselen doğaya dönüş modasından daha büyük bir gerçeklik ile hem de. İnsanların uykuları ve uyanmaları, baktıkları hayvanlar, yedikleri besinler ve dahası yaşadıkları yerler hep doğaya uyumlu, doğa ile bütün bir hâlde idi. Hâl böyle olunca insanın yazın yazlığa, kışın kışlağa göçmesi gerekirdi. Yazın yemyeşil alabildiğine geniş hayvan otlatılan yaylalar, kışın kışı geçirmek için sığınılan yerler. Konmak ve göçmek insanlığın bir dönem ve bazı insanların hâlâ alınlarına yazılmış yazı. Yürümek, yürümek ve yürümek. Yani “yorımak” biraz derine indiğimizde “yörimek…” Yörük olmak aslında yürümek ve yürük olmak.
Göçebe olmaya baktığımızda ise “köçmek” kelimesine kadar gideriz. Köç-mek, köç-me, göç-me, göç-e-me ve nihayetinde göçebe olmak.
Göçmek de buralara yolu uğrayanlardan. Bir yandan hicret etmek, yurdu bırakıp başka yurtlar edinmek. Bir yandan çökmek gibi göçmek. Çöküntü, göçüntü.
Öyle zengin bir meydan ki göçertmek, göçkün de buralarda.
Bir de göçük var. Buz gibi bir kelime. Telaffuzu insanı tedirgin etmeye yetiyor. İnsanın içi sıkılıyor ve üstüne yığılan molozları hissediyor sanki. Bir de gerçekten yaşayanları...
6 Şubat Kahramanmaraş depremini Bizim Yunus’un hüzünlü mısralarıyla bitirelim:
Yunus sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin.
Enbiyaya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.