Anılar, dokunamadığımız ama hissettiğimiz camekânın ardındaki manzaralar gibi. Ulaşmaya çalıştığımız geçmişin izleri dimağımızın kenarında uyukluyorken geçmişle bütünleşmiş nice obje ya da geçmişi hoş bir seda ile sunan nice yıllanmış türkü, o uykunun içinde hâlâ yaşamaya devam ediyor. Ansızın karşılaştığımız bir koku, ses, eşya, insan ve daha nicesi bizi bu uykuya daldırıyor ve mazinin kollarında misafir ediyor. Sokakta ansızın duyduğum “Anne evde saçımı örebilir misin?” sorusu... Okul çıkışı örgülü saçlarının hayalini kuran küçük kız çocuğu, beni bir trene bindirmiş geçmişimin yolculuğunu önüme sermişti. Örgülü saçlar, benim için bayramda sembolleşen şeker, ziyaretler, el öpmeler... Ve birçok şeyden daha öndeydi. Çünkü bayramımın vazgeçilmezi örgülü saçlardı.
Küçük kız çocuğunun sırtı boyunca uzanan örgülü saçları, beni bayram sabahlarına götürüyor. Heyecandan uykuyu uyuttuğum bayram sabahlarım, penceremi açtığımda soluduğum kesintisiz bayram havası, coşkuyla ritimsiz atan kalbim ve en önemlisi de bir hafta önceden alıp yastığımın altında sakladığım kırmızı kurdeleli örgü tokalarım... Tüm bunlar hafızamdan silemediğim bayramın en güzel hâli.
Annemin sıcak parmakları arasında örülen saç tellerim ve uçlarına takılan kırmızı kurdeleli tokalar beni bayrama hazırlamıştı bile. Güne, oyun gibi düşündüğümüz şeker toplama merasimi ile başladım. Ardından kimimiz toprağı, kimimiz de toprağın altındakini sulamak için ellerimizdeki şişeler ile ölümün anlamını bilmeden kabristan ziyaretlerine koyulduk. Çikolata alma aracı olarak gördüğümüz harçlıklar ve daha fazlası bayramın vazgeçilmez ritüelleri olarak görülse de aslında bütün bunlar bir yıl boyunca bayramı bekleyen çocuğun hayalinden fazlası değildir herhâlde. Bayram gününün sonunda ise aile büyüğünün evinde toplaşıp dalınan koyu sohbetler en sağlam bütünlük olabilir. Ardı sıra gelen çay ve tatlı ikramları, şüphesiz dilimde mesken tutmuş, giderilmeyen tatlardı. Annemin ayak altında oynamayın ikazları. Ah, ne tatlı uyarıymış...
Bir saç örgüsüyle başlayan zamanın en yaşanılası anlarına uzanan dalgınlık, yine gözlerimin dolmasına sebep oluyor. Hatırladığım her anı, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş köprü vaziyeti görüyor. Böylece uzayıp giden geçmiş konvoyum her detayda farklı duygularla dolup taşmama sebep oluyor. O duyguları tekrar yaşayan kalbim ve beni geçmişe daldıran zihnim, mazinin geri gelmeyeceğini biliyordu elbette. Ama ruhumuzun bir yerlerinde gizlenen hatıralar şüphesiz her defasında kendilerini öyle ya da böyle hatırlatıyor. Bazen bir söz, bazen koku, bazen de bir saç örgüsünün altına gizlenen hatıralar kendini bir şekilde belli ediyor çünkü geçmiş hatırlanmaya muhtaç.
*“Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat Combray’da pazar sabahları Leonie halamın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı.”
Bu köşe, Marcel Proust’un Geçmiş Zamanın Peşinde adlı eserinden ilhamla hazırlanmıştır.