Güven Adıgüzel
Göklerde kartal olmak! Kim bilir, budur belki de insanın sonsuzluğa uzanan yegâne muradı. Çünkü çok yalnız ve fena hâlde görkemli. Gelecek ağacına kurarız yuvamızı; kartallar gagalarında biz yalnızlara yiyecek getirecekler, diyen Nietzsche’nin hemen yamacındaki o kuyu. Göklerde kartal olmayı özlemenin, bütün devlet armalarını/sembollerini aşan uzunca bir hikâyesi var. Bu hikâye nihayetinde insanoğlu için özgürlüğü çağrıştıran/onu simgeleştiren bir anlama da açılıyor. Nietzsche’nin inadını besleyen kartalları tanıyoruz. Omuzlarında ruhunu onurlandıracak bir çift kanadı yok insan’ın ama yüzyıllardır, gökyüzündeki yerini arayıp durmaktan vazgeçmiyor. Çağlar boyunca adım adım ulaştığı teknolojik ilerlemenin elde edemediği o zirve. Evet uçmak, yani gökyüzünde usul usul gönlünce süzülmek.
İnsanın, hayvanlar âleminde görüp de taklit edemediği hususiyetler arasında, uçabilme kabiliyetinin muhteşem biricikliği söz konusu. Aslında ilk çağlardan beri göğün tanrısal sayılması, göklerde olanca haşmetiyle kanat çırpan büyük gövdeli kuşlara karşı duyulan saygı ve hürmet duygularının ana kaynağını oluşturmuştur. Bu ululama/kutsiyet atfetme merasimlerinin değişmez öznesi elbette kartallardır. Perde gibi açılan dev kanatlarıyla yalçın kayalıklardan havalanarak yeryüzünde onu hayranlıkla izleyen gözlerin sevgisini kazanan, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki namıyla; “cümle kuşlar sultanı çal-kara kuş”. Gökyüzünün hâkimi, bir kanadında özgürlük, diğerinde safi asalet; uçan bozkurt, gök aslanı, bakışları keskin, pençeleri ölümcül, evi ulaşılmaz dağlar, hep yalnız uçar, o türküdeki gibi: “Yüce dağ başında bir ulu kartal / Açmış kanadını dünyayı örter.”
Yırtıcı kanatlıların en güçlüsü kabul edilen kartal, kıvrımlı sert gagası, dev pençeleriyle heybetin/cesaretin; sürüyle uçmaması, yârene ihtiyaç duymamasıyla asaletin/yalnızlığın; yükseklerde kanat çırpması, yuvasını kayalıklara kurmasıyla özgürlüğün/ulaşılmazlığın sembolü sayılmıştır tarih boyunca. Tabiattaki varlığı ile mitolojik anlatıların toplamında ortaya çıkan özellikleri, devletlere, spor kulüplerine, bayraklara, armalara ve önemli markalara simge olarak seçilmesini hikâye eden o manadır. Kartal yükseklerden uçarak, zirvelerde dolaşarak, çift retinalı gözleriyle hem odağı hem çevreyi görerek, düşmanlarına karşı korkusuz, eşine karşı sadakatli, doğaya karşı saygılı, avına karşı yalın, temiz, acımasız ve yavrularına karşı merhametli olmanın adıyla yaşayacaktır. Gökler buna şahit.
Göklerde Kartal Gibiydim
Azteklerin göksel güneşin kuşu dedikleri kartal, birçok kültürde aynı zamanda seçkin savaşçıları da simgeliyor. Kahramanlık hikâyelerinde, itibar, yiğitlik, payidarlık daima kartalla özdeştir. Şamanların çağırdığı yüce ruhlar arasında yer alan kartalın Tanrı Kuşu olarak anılmasını, Yakut söylencelerindeki Dünya Ağacı ve bu ağacın tepesindeki göklerin korunmasıyla vazifeli kartal figürüyle ilişkilendirebiliriz. Birçok kültür tarafından kullanılan beş bin yıllık meşhur çift başlı kartal ikonu ise ezel-ebed, Doğu-Batı, yeryüzü-gökyüzü, devlet-kilise, gece-gündüz gibi farklı anlamlara sahipti. Selçuklu Kartalı’na eklenen kulak ayrıntısının, kartal-puhu/gündüzün hâkimi-gecenin hâkimi şeklinde bir tam’lamaya karşılık geldiği söylenir.
Kartal, gökten gelen aydınlık misali karanlığın ve kötülüğün karşısındaki yenilmez gücün temsilidir. Varlığı güneşe yakındır, gölgesiyle bile ürpertir. Kartal bunu bilir. Eski Türkler çal-karakuş ya da bürküt derler ona. Dünya Ağacı’na konmuştur. Pençeleri yılanların üstünde, eğri kıvrık gagası intikama nazır, görkemli kanatlarının varlığıyla kutlu ulak olmaya hazırdır. Böyle tebarüz eder halk efsanelerinde. Kartala ok atılmaz. Yeryüzüyle gökyüzü arasındaki soylu bir elçi gibidir o. Rüyada hayrolur. Gökyüzünden yıldırımlar indirdiğine inanılır, güneşe gözünü kırpmadan bakabilen tek canlı odur. Vahşi ve asil, tek eşli ve usta avcı. Gökler buna şahit.
Nietzsche’nin kartal cesareti içeren o sorusuyla bitirelim: “Cesaretiniz var mı ey kardeşlerim? Yürekli misiniz? Tanıklar önündeki cesaret değil, hiçbir tanrının tanıklık etmediği bir münzevi cesareti, bir kartal cesareti gerekli. Soğuk gönüllere, katırlara, körlere, sarhoşlara yürekli demem ben. Korkuyu bilen ama korkuyu yenendir, uçurumu gören ama ona gururla bakandır yürekli kişi. Uçurumu gören ama uçuruma kartal gözleriyle bakandır, uçurumu kartal pençeleriyle kavrayandır cesareti olan.”