Ergenlikten Çıkan Yazar Ölür!

Emin Gürdamur

İyi bir öyküde hiçbir tuğla özensiz, gelişigüzel, baştan savma yerleştirilmez. Yazar ilk cümleden itibaren okuru büyülemeyi hedefler. Aristo, “İyi kurulmuş öykülerin ne gelişigüzel başı olabilir ne de gelişigüzel sonu…”1 der. İyi bir öykü bizi dünyadan soyutlar. Kendine çeker. Bazen merakımızdan bazen şüphelerimizden bazen de karanlık yanımızdan tutup kendine çeker. Ezberlerimizi sarsar. Aklımızı acıtır. Kışkırtır. Uyandırır. Utandırır. Diş geçirir. İz bırakır. Yaralar. Sağaltır. Dönüştürür. Hikâyeye dâhil eder. Şayet bunlardan hiçbirini yapmıyorsa o metin kusurludur. Kusurlar çalışılarak telafi edilebilir. Yazar için telafisi imkânsız tek şey vardır: Ergenliğin bitişi. Bu yazıda bunu konuşacağız.

Deha yazdıklarımızın mahiyetini belirler. Yazımızın mahiyetini ise büyük oranda çalışmamız şekillendirecektir. Peşinen söylemeliyiz ki yazı geliştirilebilen bir melekedir. Geliştirilebilen bütün melekeler gibi köreltilebilir de. Yazarlar her seferinde daha iyisini yazmak isteseler de sonuç her zaman arzuladıkları gibi olmaz. Sonuç, arzuya değil emeğe tabidir. Kimi yazarların gittikçe irtifa kaybeden metinlerini okurken edebiyatın ilerlemecilikle ilgisinin bulunmadığını anlarız. Bu durum sadece yazarın şahsi yolculuğu için geçerli değildir. Zaten edebiyat tarihinin genel akışı, bilimde olduğu gibi mütemadiyen bir ilerleme, tekâmül, progressivism, yükseliş arz etmez. Şeyh Galip Türk şiirini ileri bir seviyeye taşımıştır ama ondan sonraki şairler şiir sanatını onun bıraktığı yerden devam ettirememiştir. Ya da on dokuzuncu yüzyılda Rusya’da veya Fransa’da en yüksek örneklerini veren roman sanatı, sonraki yüzyıllarda ilerlemek şöyle dursun yer yer geriye bile gitmiştir. Çünkü sanat, sezgi sütunlarının omuzunda yükselir. Sezgi bireyseldir. Öte yandan sezgisel kabiliyetle elde edilen zihinsel keşiflerin ve duyumsamaların bile çalışılarak örgütlenmesi, dilin kabiliyetlerinden sonuna kadar yararlanılarak kurgulanması, yazıya geçirilirken ihtimamla servis edilmesi gerekmektedir.

Talihsiz bir öykücü, ilk eserindeki ahenge, berraklığa, üsluba bir daha ulaşamayabilir. Bazı öykülerde parlayan bazılarında körelen sanat yetisi, yazının bir kere kazanılmakla sonsuza dek bize ait kalacak bir hüner olmadığının en bariz göstergesidir. Burada, kalemin yükselişi için gerekli şeyleri anlatmaktansa düşüşü için muhtemel sapmaları anmanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim: Hayal kurma yetisini kaybeden kalem donuklaşır. (Hayal gücü her şeydir.) Öğrenme hevesini kaybeden kalem tükenir. (Yazarın talebelikle barışık yaşamaya alışması gerekir.) Yeni şeyler denemekten korkan kendini tekrar eder. (Kendini tekrar etmek nadiren dâhiyane bir fikirdir, genelde düşüşün alametidir.) Zamanın ruhunu her gün yeniden keşfetmeye çalışmayan bilinç çürür. (En bağışlanabilir hata, zamanın ruhunu yakalamak uğruna yapılandır.) Kendinden emin yazar, yazdıklarını eleştiriye kapalı tutar ve kendi toprağını üzerine atar. (Yazar için şüphe en candan arkadaştır.) Soru sormayı unutan akıl, gittikçe kendi sınırlarına çekilir. (Cevaplar öznel tesellilerdir, herkesin yarasına merhem olmazlar.) Olup bitenlere karşı hayret duygusunu yitiren yazar, olgunluk çağına erişmiştir.

Olgunluk mu? Pek söylenmese de olgunluk, hayat karşısında alınan yenilgilerin bireyin davranışlarını, düşüncelerini ehlileştirmesidir. Olgun kimse, mağlup olduğu savaştan dönerken üstüne başına çekidüzen veren, dikkat çekmemek için şehre usturuplu girmeye çalışan o zavallı askerdir. Yani kendisiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir uzlaşıya gönül indirmiştir. Doğrusu bu, savaştan sonraki ikinci yenilgidir. Böylece kişi, koro hâlinde tekrar edilmek suretiyle inandırıcılığı artan cevaplara teslim olacaktır. Yazdığını dokunulmaz bulacak, genel kabullerin konforuna yaslanacaktır. Olgunluk, tutarlılık uğruna hayatın renklerini feda etmektir ki bu düpedüz kalemin mumyalanmasıdır.

Zincirleri Ümmilikle Kırmak