Kırık bankın kırıldığı yerde hava sabahları soğuk, öğlene doğru sıcak, ikindide yağmurlu, akşamleyin ise serin geçer bu mevsimde. Belediye görevlileri düşünüp taşınmışlar, ömrü uzun olsun diye harcını karıp betondan inşa etmişler. Gel zaman git zaman yaslanılan yerini tutan ayaklarından birisi kırılınca bir tarafı aşağıya düşmüş. Karizması biraz çizilmiş ama diğer banklar dolu olduğunda tercih edilen bir banka dönüşmüş. Artık kendi gibi heybesinde hayata dair kırıklıklar taşıyanları ağırlıyor, onların yüklerini gönüllü olarak omuzluyormuş. Yenilgilere tanıklık etmenin nahoş havası etrafını sarsa da paylaşmanın zarafetiyle betonarme soğukluğu bir nebze olsun sıcaklığa çevirebilmeyi öğrenmiş. Nice yaşanmışlıklara kulak verip küllerinden yeniden doğmanın ipuçlarını bu sayede yakaladı.
Esrik bir melankoli havası taşısa da kırılmaya evrende daha geniş yer aramak lazım, deyince ekseriya gönül incinmesi anlaşılır. Etkisi kalbi daha çok vurduğu içindir belki. Oysa kâinatta sadece kalp kırılmaz. Eşya da insan kadar kırılmanın olasılıklarına ve orantısına açıktır. Peki, “Kırmak varken neden kırılmaktır dile gelen?” diye sormadan edemiyor insan. Kırılmak açılan gediğe sinmenin, içinde kaybolmanın, dile deva kelimeleri yitirmenin, bitap ve biçareliğin remzidir nihayetinde. ‘’Kırdım’’ veya ‘’kırdın’’ demenin surete inen buz gibi tokat etkisini yansıtmaktan vazgeçen hüzünlü bir zarafetin hâle bürünmesidir. Kalbi olanın niyazından, siteminden, feryadından ve kaybolmasından bahsedebiliyoruz. Peki ya kalbi olmayanın hâlini nasıl anlayıp yorumlayacağız? Eşya, “şey”lerin ülkesinde açan çiçeklerin adıdır. “Ol”maya ve bozulmaya mümkün olan her şeyin dâhil olduğu sınıfta, aralarda oturur eşya. Vazo, cam, ayna kırılangillerin en meşhurlarıdır. Ne var ki sağlamlık derecesi daha yüksek olsa da katı eşyalar da kırılabilirler. Tonlarca ağırlıktaki binaların, kalelerin, kayaların ve hatta dağların dahi kırılabildiğini biliyoruz. Anlaşılıyor ki kırılmak, özünde bir biçim değiştirmektir; içten dışa, dıştan içe, yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya. Bütün duyularda yankı bulsa da maddi duyulara nazaran hissî duyularda daha yoğun algılanır kırılmak. İnsan açısından özne-nesne ilişkisini düzenlemek, kırılmanın ortaya çıkarabileceği hasarı telafi edebilir. Pekâlâ insan kırdığını tedavi edebilir. Peki ya eşya? Nesne-özne ilişkisini düzenleme yeteneği bahşedilmemiş. Biçim değiştirme sürecinde herhangi bir dahli söz konusu değil. Her zaman bir etkiye ve etkide bulunana ihtiyaç duymakta. Fark ediyoruz ki eşyayı anlamak da varlığa halife kılınan insanın sorumlulukları arasında. Akıllı, iradeli ve sorumluluk sahibi insana sadece kendi canı değil mümkün varlıklar zümresindeki her şey birer emanettir. Varlık “olmak”tır, olmak şahitliktir, zamanın yasasında. Her şey birbirine iz bırakır. Süleyman (a.s.) da Hüdhüd de Belkıs’ın tahtı da. İbrahim (a.s.) da karınca da odun ve ateş de. Sen de bankın etrafında büyüyen ot da oturduğun bank da.
Herkes bilir ki sabahleyin buz gibi olur fakülte bahçesindeki kırık bank. İlk blok dersten sonra verilen arada eğer hava açıksa kantinden çayını kahvesini alan bahçeye çıkar. Önce boş banklar dolar arkadaş gruplarıyla, ayakta kalanlar da fakülte binasını birkaç tur tavaf ederler. Hele güneş etrafı ısıtmışsa biraz, o zaman en çok çimler şenlenir. Düzenli veya düzensiz arkadaş grupları çimlerin üzerinde halka şeklinde kurulup sohbet ederler. Kırık bankın müdavimi de yok değildir hani. Her ne kadar soğuk da olsa taşın kenarına oturur iki kişi, ikisi de ayakta, sohbet meclisi kurulur. Bu nahif öykü, belki de Türkiye’nin en güzel kampüslerinden birinde yaşanmaktadır. Yemyeşil çimenler, ağaçlar, yeri kahverengiye bürüyen çam pürçekleri, fakülte bahçesinde Musa Hoca’nın budadığı gül daneleri, yazın yerlisine kurşun sıktıran güneşin aheste huzmeleri, yamacın aşağısında berrak manzarasıyla Seyhan Nehri, kendine has kokusuyla buram buram Çukurova, arka fonda Aytaç Doğan enstrümantal “Kum Gibi”, büyük planda Toroslar’ın Avşar Boyu hikâyesi… Hepsi önce Allah’ın eseri, sonra da hocaların emeği. Gelen, “Birinizin elinde bir fidan varken kıyamet kopuyor olsa dahi derhâl onu diksin!’’ hadisinden mülhem birer fidan dikmiş fakülte bahçesine. Sere serpe büyüyen ağaçlar ve çiçekler de yetişen öğrencilerin remzi olmuş. Fakültenin, hocaların ve ağaçların gölgesinde gelen istikbalini kurmuş; gün gün, adım adım, sabırla ve gayretle. Özellikle mevsimin bahara yüzünü döndüğü zamanlarda hocalar yanlarına birkaç öğrenciyi de katarak yer kazmış, fidan dikmiş, nefeslenmişler birlikte. Kırık bank da yıllar önce dikilip büyüyen çam ağaçlarının gölgesinde kurulmuş. Lakin “Kanadın ne zaman kanadı kırıldığı yerden?’’ diye kimsecikler sormamış. Ne belediye ne de rektörlük kırık bankın akıbetinden bihabermiş. Tabiatın insicamı içinde rüzgâra, yağmura ve zamana direnirken tek kanadı düşmüş yere, tutunduğu yerden. Artık oturan yaslanamayacak. Yo yo, oturan yaslanırken iki kez düşünecek. Tek kanadı koptuysa diğer kanadı da kopabilir, betonu çözülüp demirleri dağılabilir. İyisi mi oturmak için başka yer bulmak.
Gel zaman git zaman, ders aralarında tek tük de olsa öğrencileri ağırlarmış kırık bank. Bir taraftan da yeni bir uğraş edindiğini fark etmiş. Öğrencilerin dertlerini duya duya empati kurmaya, sempati kazanmaya başlamış. Kimi Büt’e kaldığı sistematik kelam dersinden, kimi platonik sevdasından, kimi de maçlardan, arabalardan, seyahatlerden bahsederken bankı ortak etmişler dertlerine. Kendi türünden olmayan bu varlıklarla temas kurdukça varlığını yadırgamamaya, yalnız olmadığına, her şeye rağmen fakültenin orta yerinde varoluş amacına yönelik farkındalık kazanmaya başlamış. Farkındalık kazandıkça yaslanılacak yerini yeşile boyamışlar, eteğinde etrafında çimen çiçek açmaya başlamış, her geçen gün misafirleri sayıca daha da artmış. Zamanla anlamış ki hiç kimse gelip kırık kanadı onarmayacak. Gelenler yerine daha işlevsel, geliştirilmiş ve estetik bir bankı koymak için gelecekler. İşte o zaman ders arasında aranan ilk bank, halefi olacak. Fakat kurulduğundan kırıldığına, kırıldığından kaldırılacağı zamana değin geçirdiği zamana bütüncül bakmayı öğrendikçe varoluşuna yönelik farkındalık kazandığı için ne yalnızlık duygusuna yenilmiş ne de akıbetin belirsizliğine dair kaygının cesameti altında ezilmiş.
Kırık bank hâlen yerinde duruyor mu bilmiyoruz. Belki de çevre düzenlemesinde yerine yenisini yerleştirmişlerdir. “Kim kırdı, neden kırdı, nasıl ve ne zaman kırıldı?” gibi soruların cevaplarından sıyrılıp varlık deryasında daha müspet bir yere konumlandığını ifade edebiliriz. Yaşam yolunun bir kesitinde geleceğe hazırlanan üniversite öğrencileri için sadece oturmaya yarayan bir eşya olmadığını, bilakis yoldaki işaretlerden biri olduğunu hissettirdi. Eşya ne kadar yer ve biçim değiştirmeye müsaitse insan da aynı şekilde yer ve biçim değiştirmeye müsait. Tabiatın cilvesidir bu. Tek farkla ki insan bu değişimi, özne-nesne ilişkisini, sahip olduğu yetenek ve enerjiyle aslına uygun kılabilir. Varlık aynasına dikkatle bakıp adalet ve merhametin birbirini tamamlayan iki ilahi lütuf olduğunu kavrayarak değişimi manevi bir olgunluğa çevirebilir. Bazen kırılmak iyileşmek veya daha iyi olmak için bir fırsattır. Öyle ya, hareket sükûnla sükûn da hareketle anlam kazanır. Varlığın iyileşme yazgısı hiç bitmez. Sen bütün kırıklıklarını tedavi etmiş olabilirsin. Hem de kırılan bir eşyayı fark edebilecek kadar iyisindir. Çünkü karamsarlığın girdabına kapılmadın. Varlığa rahmet nazarıyla baktın. Artık içinde çok yüce bir enerji var. Ömür boyunca hayattaki bütün yaraları sarabilir, dertlere deva olabilirsin. Sardıkça, çare oldukça ruhun, ufkun ve yolun genişleyecek. Eşyayı rahmet kılan Hak yolunu açık etsin.