Bakışsız bir kara kedi geçti yanımdan. Ardında en az birkaç yüzyıl. Kedilerde bir sır var. Arifler bunu bilir. Birlikte yaşadıkça perdesi ağır ağır açılan, alıştıkça kana karışan, unuttukça hatırlanan bir sır. Derin, ince, eski. Aslında pinhan değil, görene ayan bir sır. İnsan kediden öğrenir. İnsan kediye bakar, kedi insanı görür. Bu dünyadan değilmiş gibi. Ama aynı zamanda tam ortasında bir vazifede sanki. Hatta başköşesinde âlem-i salonun. Her şeyi anlamış da anlatmaya gönlü yok. Umursamazlık ve sezgi verilmiş onlara. Kusursuz dinginlikle öylece durabilmeyi, dünyaya bir derviş gibi bakabilmeyi ve herkese benzeyerek kendinin en uzağına düşeceğini kedilerden öğrenmenin bazı anlamları var. Her kedi özgün bir karaktere, şahsiyete ve kimliğe sahip. Buna inanmaya hazırız. Şunu kabul ederek başlamalıyız galiba; senin kedin yok, onun insan’ı var.
Kedi estetik ve zekâyı temsil eder. Yeryüzündeki ikameti böyle. Da Vinci’ye göre kedi bir başyapıttır. Temizliğe aşırı düşkün, zarafetle yürümekte usta, hep temkinli ve tembelliğe hayran. Kedi biraz da budur. Rahatlatır ve huzur verir. Miskin ve kendine göre. Kırılgan olmasa da yaralanabilir. Zor yollardan geçmiştir. Dokuz canlı olmasını mistik efsanelere değil kemik yapısına ve esnek omurgasına borçludur aslında. Yarı evcilleşince şehirde hayata tutunmanın yollarını öğrenmek zorunda kalmıştır; damlarda, ağaçlarda, çatılarda, trafikte her daim çevik bir yırtıcıdır, büyük kedilerin soyundan geldiğini hiç unutmadan yaşar. Kediden sirk hayvanı olmaz bu yüzden. Bilet alıp gösteriyi izlemeye gelir en fazla ve dalga geçer sahnedekilerle.
Kediler kayıtsızlar ama farkındalar. Patilerini sükûnetin içindeki harekete doğru kaldırırlar. Yemek için köleliği kabul etmemeleri doğalarındaki asaleti anlatır. Bir kedi çağırıldığı zaman değil canı istediği zaman gelir sevdiğinin yanına, başına buyruk özgürlüğünü hiçbir şeye değişmediği gibi karşılıksızdır eylemleri. Bilge Karasu “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir.” diyor. Yani Karasu’ya göre bir taraftan da kedi sevmek “O umursamaz bağımsızlığı, sırası gelince kendi de göstermek olanağını -çocukça bir haklılık duygusuyla- elinde tutmak demektir.”
Kedilerin o meşhur nankörlükleri nereden peki? Nankörlükleri, kölemiz değil dostumuz olma inatlarıyla ilgili, burası kesin. Kurallara uymayı reddetmeleriyle başlayıp sınırlarının ihlal edilmesine izin vermemelerine kadar uzanıyor mesele. Nihayetinde insanın onlarla kurduğu sahiplik ilişkisini tasvir eden bir şey bu. İnsanın hayvandan beklediği sadakatin tanımını ve bu bağlamdaki açmazını da içeriyor üstelik. Kim kimin sahibi?
Sonsuz Kediler Bahçesi
Dünyanın en güzel kedi mezarlığının Paris’te olduğunu biliyoruz. En elemli mersiyeler kedilere yazılmıştır. Doğu’da en az bin yıldır kediler insanlarla birlikte aynı mekânlarda yaşıyor. Doğu’nun sokakları her zaman kedilerle süslüydü. Kedinin, yabanıl özeliklerini kaybetmemiş evcil bir hayvan kimliği taşıması bize bir şeyler söylüyor. Hâlâ vahşi ve insana yakın, emrine amade değil ama onunla aynı mekânı paylaşmaya gönüllü. Zaten yıllar içinde insanın yamacına kendi özgür iradesiyle sokularak, fare ordularına karşı varlığıyla güven telkin edip asıl yerini bulmuştur. Pablo Neruda’nın "Kediye Türkü" şiirinde dediği gibi belki: “Ama kedi / kedi olmaktan başka bir şey istemez / her kedi katıksız kedidir.”
Jules Verne’in kedilerin, yeryüzüne inmiş ruhlar olduğunu düşünüp bir kedinin bulutların üzerinde düşmeden yürüyebileceğine inandığını söylemesine hiç şaşırmamıştım mesela. Kedilerin, varlıklarını ispatlayan gizemleri ve her seferinde şaşırtan tavırları, bulutların üzerinde yürümelerine bile hayret etmemeyi mümkün kılıyor. Kedilerde bir sır var. Arifler bunu bilir. Üst damağında lekeleri olan o siyah-beyaz Habeş kedisinin, yani Müezza’nın, Peygamberimizin merhametiyle ulaştığı makam... Ya da Abdurrahman bin Sahr’ı Ebu Hureyre, Kedilerin Babası yapan kader. Kedilerde bir sır var, tuhaf bakışlarında saklı duran. Arifler bunu bilir. Ve elbette; hubbül hırratı minel iman.
Suskun bilge, minik kaplan, sır kâtibi, tüylü melek, evlerdeki gizli ajan, bir tatlı huzur, mırlama korosu şefi, uykulu anarşist. Kedi. Aşikâr olsa da sırrı ebedî. Howard Phillips Lovecraft, Ulthar’ın Kedileri’nde şunu anlatıyor: “Denir ki; Skai Nehri’nin ötesinde uzanan Ulthar’da kimsenin bir kediyi öldüremeyeceği söylenir; ateşin önüne uzanmış mırıldanan kediye gözümü dikip bakarken doğrusu buna inanabilirim. Çünkü kedi gizemlidir ve insanın anlayamayacağı tuhaf şeylere yakındır. O, eski Mısır’ın ruhudur ve Mereo ile Ophir’deki unutulmuş kentlerin masallarının taşıyıcısıdır. Balta girmemiş ormanların efendilerinin akrabası, (…) Afrika sırlarının mirasçısıdır. Sfenks onun kuzenidir ve kedi onun dilini konuşur; ama Sfenks’ten daha kadimdir, onun unuttuklarını da hatırlar.”
Bakışsız bir kara kedi geçti yanımdan. Ardında en az birkaç yüzyıl. Kedilerde bir sır var. Arifler bunu bilir.