Bay Sekiz

Bizlere gereken yalnızlıktır. Büyük, içsel bir yalnızlık.

Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak…

R. M. Rilke

"Hiç yalnız kalmadım, ne tek başımayken ne de biriyleyken. Aslında yalnız olmak isterdim. Çünkü yalnızlık şu demektir: Artık bir bütünüm!” diyen film kahramanını duyduğundan beri, beyninden vurulmuşçasına bir hisle günlerine gün ekliyordu Bay Sekiz. Bir defa bile yalnız kalmamıştı. Aksine, yalnız kalmamak için elinden geleni yapmıştı. Ceplerine şehirler doldurdu. Ceplerine insanlar, kitaplar, romanlar, şiirler, kahramanlar doldurdu. Ceplerine aşk doldurdu, ayrılık doldurdu. Ceplerine paralar ve hatta taşlar bile doldurdu. Bir kez bile taşan olmadı cebinden. Her şey muntazam bir sıralanmayla yerine geçti ve orada unutuldu. Şimdiyse içinde büyük bir yıkım var. Ayrılık… Yalnız kalmamak için kurduğu ütopya yerle bir oldu. Hangi dönüşüm olanları eskisinden daha sağlam, güzel ya da estetik hâle getirecekti? Bilgisi artanın derdi de artarmış. Bay Sekiz yalnız olmadığının yanında bunu da biliyordu.

Dört odası vardı Bay Sekiz’in; arındırması uzun sürecekti. Bunun için kendisine yedi gün verdi. Büyük bir temizlikle işe başladı. Uzun zamandır işine yaramayan hatta varlığını bile unuttuğu her şeyi gözünün önüne çıkardı. Perdeleri açtı. Eski hâline benzeyen insanlarla doluydu caddeler. Herkes içinden taşıyordu kendinin. Kimse kendisi değildi ve hiç kimse bunun farkında da değildi. Bilmemenin hafifliğiyle yaşayıp gidiyorlardı işte. Caddedeki insanlara, acıyan bakışlarla baktı. Kaldığı yerden devam etmek istedi. Eline bir defter bir mektup bir de metal araba geliverdi. Ne de anlamsız üçlü diyerek açtı defteri, sayfalarına baktı. Mürekkebin dağılmış, kelimelerin silinmiş olduğunu gördü. Yer yer kabarıklıklar da vardı. Belli ki damlalardan bir ordu ziyaret etmişti bu sayfaları. Hayatın kelimelerden oluştuğuna inansaydı, zamanında burada yazılanların yitip gitmesine üzülürdü ama üzülmedi. Mektubun çoktan solduğunu görünce zarfı bile açmadı. Atılacak şeylerin arasına gönderdi gözüne anlamsız görünen her şeyi. Eskici gibi buncasını biriktirdiğinden kendine levm etti. Kitapları eksiltti, duvarlardan sloganları, afişleri indirdi. Plakları ve kasetleri toparladı, büyükçe bir koliye özenle yerleştirdi. Film makinesini ve gramofonu da parçalarına ayırdı başka bir koliye hapsetti. Birinci oda üç günün sonunda neredeyse bitmişti. Odanın içi artık başka bir güneş tarafından aydınlanıyor gibiydi. Renkler daha canlı, dünya daha sakin, Bay Sekiz daha huzurluydu. Etraf gözüne daha bir manalı gözüktü. Odadan nesneleri boşaltırken, tevazu doldurduğunu fark etti. İçinde biriken kelimelere aldırmadan ikinci odaya geçti.

İkinci oda ilkinden daha kalabalıktı. Bay Sekiz, ensesinde bir elin varlığıyla burayı boşaltmaya girişti. Acele ettikçe el onu yavaşlatıyordu. Bu oda, baştan sona faydasını gördüğü şeylerle doluydu. Duymazdan ve görmezden geldikleri şirin gözükmek için yarışa girmiş gibiydi. Vazgeçecek gibi oldu. Üzerine üşüşen bunca şeye direnci kırılmak üzereydi. Kâh yavaşladı kâh duraksadı ama tereddütlü hâli uzun sürmedi. Suhuletle işine devam etti. Dilini damağına yapıştırdı, sakince çalıştı ve bu odayı da boşalttı. İçinin genişlediğini hissediyordu. Artık rahatça yürüyebilir hatta koşabilirdi. Etrafta çarpacak şeyler gitgide azalıyordu. Ardına hiç bakmadığı kapılar açılıyordu önünde. İçindeki bu tanışıklık duygusuna anlam veremiyordu. Sanki onca zamandır cebinde taşıdığı her şey ona yabancıymış da fersah fersah yaklaştığı bu şey tanıdıkmış gibi hissediyordu. Ayaklarından sızan kanın farkına bile varmamış olması onu daha da şaşırtıyor, geriye kalanlardan bir an önce kurtulmak istiyordu.

Beden kafesinin yüklerini at. Uç uçabildiğin kadar.

Eteklerini sıva ve yürü yürüyebildiğin kadar.1

Boşalttığı odalara dönüp bakmadı Bay Sekiz. Beşinci güne gelmişti. Evvelden aşina olduğu şeylerle yeniden tanışıyordu. Pencereden dışarıya bakmaya da gönlü el vermiyordu artık. İnsanların canhıraş gittiği yönü anlamıyor, onlardan biri olmak istemiyordu. Oysa daha beş gün önce onlardan biriydi. Aklından kelimeler gelip geçti. Hepsi aynı yöne gitti, sonra da eksilerek yitti. Demek ki kalabalıklar içinde böyle yitip gidiyordu insan. Kelimeler, harfler, dualar, el açmalar ve yakarışlar sınırlanıyordu. Herkes birbirine ayna oluyordu. İnsan yansımada ne görse yalnızca o var sanıyordu. Farklı hiçbir şey yoktu. Herkesin eksiği birbirinin aynıydı. İhtiyacı da. Bay Sekiz, daha önce hiç farkına varmadığı bir şeye muhtaç olduğunu duyumsuyordu. Üçüncü odayı boşaltması hiç zor olmadı. Bu hâle boyun eğmişti artık. Bütün bedeni işini kolaylaştırmak için çalışıyor, uyum sağlıyordu. Elleri, zihninden geçirdiği en köhne düşünceleri bile yapmaya koyuluyordu. Doksan dokuz deyişin birinde ne dediğini duyuyordu. Bu duyumsamayla irkiliyor, kısa bir titremeye tutuluyordu. Mırıldandığı bütün kelimeler ruhunda yankı yaparak bedenini ele geçiriyordu. Gözlerini kapattı, bu sersemlik hâline kendini bıraktı. İşte şimdi yeni bir kapı açılmayı bekliyordu!