Birisi öldü, ağıt yakıyoruz.
Acele gel.
İtalyan halk müziklerini derlemek isteyen bir sanatçının yolu kıyıda köşedeki bir köye düşmüş. Rivayet o ya, Giovanni Marini adındaki bu adam, köylülerden bir ağıt yakmalarını istemiş, karşılığında “Birisi mi öldü?” cevabını almış. İyi madem, bir düğün havası söyleyin deyince bu kez de “Birisi mi evlendi?” demişler. Şık bir şekilde reddedilen Marini, gerisin geri evine dönmüş. Bir süre sonra köylülerden bir mesaj almış. Bir bakıma müziğin kendisini var edecek koşullar olmadan ve toplumu ifşa etmeden yemin billah ortaya çıkamayacağını ilan eden şu cümleleri okumuş Marini:
“Birisi öldü. Ağıt yakıyoruz. Acele gel.”
Müziğin bir hikâyesi olmalı. Bir arka planı, derdi, katettiği mesafesi, hazzı ve estetiği aynı anda dürtecek kabiliyeti ve özgünlüğü olmalı. Yoksa notalardan oluşan bir gürültü peyda olur. Yoksa bir icra olur, neşe verir, o an’a oynar. Dahası, sanat gibi ifade kudreti yüksek bir olgu, vasatın elinde oyuncak olur, kabul edilir biçimde tahrip edilerek alınıp satılabilir herhangi bir şey’e dönüşür. Böylesi bir durumun sanatsal kaybı kadar toplumsal zayiatları da olur. Zaten yeterince tüketim odaklı işleyen çağımızda müziğin de kaybı Ritzer’i yeniden haklı çıkarır. Bir anda türeyip bir anda tüketilen, kolayca unutulur hâle gelen müzikler birer hap bilgiye dönüşür ve Ritzer’in meşhur tüketim tapınakları’ndaki kalabalıkların boş ve anlamsız bakışları arasında bölüşülüp kaybolur. Sözcükler ve notaların öğütülmesinin yanında belleğin hasarı ve kaybı da kaşla göz arasında gerçekleşir.
Müziğin evrensel dönüşümüne kulaklarımızı dayayınca hikâyenin de dönüşümüne, aslında tahribatına şahit oluruz. Müziğin evrimi de diyebiliriz; fakat evrim, özünde eleştiriden ziyade kabulleniş için zoraki argümanları da barındırabildiği için iknaya daha yakın durur. O yüzden bütün işimiz katedilen mesafeyle. İşimiz müzikle değil müziğin dönüşümüyle birlikte kaybedilenlerle. İşimiz eleştirinin kendisiyle. Yani size yöneltilince veya onu siz başkalarına yöneltince onun gücünü anlayabileceğiniz tarafıyla.
Antik müzikten Orta Çağ müziğine, oradan Rönesans münevverlerinin ezgilerine, baroktan klasik müziğe, derken romantik müziğin sularından modern müziğe varan durakta ister ilkel çağ olsun ister sıçrama çağları fark etmez, müziğin dönüşürken neleri kaybettiğini, müzik kaybederken insanın ve insan yaşamının da nasıl tekdüzeleştiğini gözlemlemek mümkündür. Coğrafyamızın palyatif olana, acıya, gam ve kedere biçtiği değeri de pekâlâ toplumsal yararın sınırlarına dâhil edebiliriz. Doğu musikisi, topraklarının hikâyesine, izlerine ve kendisini var eden sosyolojik argümanlarına hürmeten, gam verir. Çünkü insan mayasının gam toprağıyla yoğurulduğunu peşinen kabul eder. Ne ritim ne de sözcükler bir baskı altındadır. Herkesin tek seferde ve çabucak anlayacağı ifade biçimleri ya yoktur ya da nadiren yer alır. Elbette müziğimizin bu mahareti de diğer müzikal maharetler gibi hikâyesini zamanla unuttu, kültür endüstrisinin “kullan at” tuzağına kurban verildi. Şimdilerde sahnelerimiz cesurlarla dolu. Uzatılan her mikrofona inanmadıkları, yolumuzun geçmediği hikâyelerden oluşan basit ve sığ cümlelerle dolu nota yığınları okuyorlar. Tartının ayarında zamanla değişmeler yaşandı.
Oysa hakikatin ve hakiki ezgilerin hikâyeleri olur. Sümerlerin Gılgamış Destanı’ndaki acıyla bizde “İnanna” olarak da bilinen Ishtar’ın ilahilerindeki mistisizmin içsel gerçeklikleri vardır mesela. Antik Mısır’ın sevgi ifadeleri, müziğin kılcal damarlarına çoktan sirayet etmiştir, kendi ifadeleriyle İsa’dan önce 1500’lerde bile. Hint ezgilerinin milattan önce 1100’lerdeki çağrısı, binlerce yıllık bir öğretinin ve Sanskritçenin canlı kanlı tanığıdır âdeta. Samaveda’yı şöyle bir dinlemek notaların arasına dizilmiş toplumsal gerçekliği afişe eder. Veya Çin geleneğinin didaktizm merakını notalarının arasına “gugin” adlı enstrümanla serpiştiren tınılar… Milattan önce 500’lere kadar uzanır. Euripides’in ezgilerinde insanlık tarihinin ayak izleri de saklı. Antik Roma’nın hikâyesi Flaccus’ta yerleşiktir. Ritmik müziğin önde gelen isimlerinden Romanos, Bizans müziğinin arka bahçesine koca bir tarihi, imgeyi ve belleği de sığdırmıştı. Gregoryen ilahilerinde kilisenin ve devriyle olan ilişkilerin ipuçları vardır. Khaanii Magtaal’da Moğol ezgileri dörtnala yankılanır durur. Müziğin kendisini var eden sebeplerine sırt yaslanır ve hikâyesi olan ürünler verilirdi. Henüz modern kültür endüstrisi kapıyı çalmadan evvel.