GÜVEN ADIGÜZEL
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar
Ah Muhsin Ünlü
Rengârenk kanatlarıyla havada uçuşan zarif kelebeklerin zihnimizde yer’ini arayan görüntüleri, çoğunlukla nahif bir kırılganlığı hatırlatacaktır bize. Bu neden böyle? Yaşamaya bu kadar arzulu (estetik-enerjik) olan’ın, dünyadan bu kadar az murat alışına duyduğumuz o derin elemin, genç ölmeklerin coğrafyasında yaşamamızla bir ilgisi olmalı mutlaka. Göğ ekini biçmiş gibi; kırılgan, zarif, elemli. Nietzsche, böceklerin öldürülmesinin normal kabul edilip bir böcek türü olan kelebeğin öldürülmesinin neredeyse hainlikle eş değer görülmesini, ahlakın estetik standartlarıyla açıklar. İkiyüzlülükle yani. Ama salt güzel olanın (estetik standart) ölümüne üzülmekten fazlası vardır kelebek vakıasında. Ömrüne doymamış bir güzeldir kelebek. Bakışımız, ihtimal ki eski Türk mezarlıklarında rastlayabileceğimiz, genç bir kızın mezar taşına işlenen o kırılmış gonca gül motiflerinin kederli inceliğinden beslenir. Bu böyledir, genç iken ölene yanar göynümüz.
Nihayetinde uzaktan seyrederiz kelebekleri, güzelliklerine dalar gideriz ama avuçlarımıza alıp kanatlarına dokunma isteğimize iradi olarak ket vurmaya meyyaliz. Narin bedeninin ellerimizden incineceğini, bu arzunun onu yok edeceğini biliriz çünkü. Zarafeti sembolize eden estetik bir varoluşu anlatır kelebekler, içinde ölümü taşıyan kırılgan bir zarafet. Kelebeklere bakışımızı belirginleştiren şey, kısacık ömürlerine sığdırdıkları güzelliğin dünyayla bir an mesafesinde olmasıdır aslında. Kiraz çiçekleri gibi dehşetli bir estetiğin sahibi olsalar da kök salamaz, ömürlerine doyamaz ve uzun uzun bakamazlar dünyaya. Herkes bilir ki biraz kanat çırpıp gideceklerdir işte, hepsi bu.
Öncül tırtıl kimliğiyle dut yaprakları arasında sürünerek başladığı hayatına, geçirdiği mucizevi dönüşümlerden sonra kanatlarıyla devam eden kelebek, yoğun emeklerle ördüğü kozasının içinde gökyüzüne kavuşacağı an’ı bekleyen gizemli bir dokumacıdır. Ağzıyla en sağlam doğal ipliği, yani ipeği üretir. Derin uykulara daldığı kozasının içinde kaynar kazana atılmaktan kurtulabilirse eğer, bir sabahın seherinde ön ayaklarıyla deldiği liflerin arasından çıkarak dünyaya merhaba diyecektir. Kelebeği var eden bu yaşam döngüsüdür. Kozasından çıkar, tırtıl olmaya aday yumurtalarını usulca bırakır ve sonsuzluğa doğru uçar. Bu sebeple çeşitli kültürlerdeki kelebek imgesi, kısa ömür ve sonsuzluğun aynı anda ortaklaştığı bir anlamı ifade eder. Bir kanadında an’ı, bir kanadında bengiliği yaşatır kelebek.
Ruh Kuşu Olarak; Kelebek
Kelebek baharın tazeliğini bir elbise misali taşır üzerinde, uzun yaz akşamlarının coşkusuyla eş değer sayılan hafif esintili güneşli günlerin özlemidir. Ölüp diriltilmiş gibidir, bedeni acı verici bir tecrübeyle tazelenmiş, kendini yeniden doğurmuştur. Başlangıçları temsil eder kelebek. Güzel kokular, güzel havalar, güzel vakitlerde yaşar. Çiçeklerin öz suyuna değdirdiği ayaklarında tat alma duygusu vardır, minik ayaklarından bal akar. Tuhaf, plansız uçuş rotalarıyla; tatlı su, nektar ve bal özü peşinde, sersem sepelek, serazat zamanlar. Kelebeğin yükü kendisidir ama zamana karşı yarışmaz, zamanın içinde kaybolur. Güneşe, ateşe doğru uçup ışığını arar.
Kelebek ruh kuşudur. Metamorfoz, ruhun kanatlanmasıdır. Psyche’nin eski Yunancada “ruh” ve “kelebek” anlamlarına gelmesi, soluk, nefes, yaşam ve başlangıcı anlatır. Birçok mit ve efsanede kozadan çıkış eyleminin, bedenin geride bırakılıp ruhun özgürlüğe kavuşturulmasını imlemesi buralara ait görüntülerdir. Zhuang Zhou’nun meşhur kelebek öyküsünün özü de benlik, bilinç, ruh ve rüya bağlamında aynı psyche’ye ulaştırır bizi. Kelebek, dünyanın güzelliğini hatırlatıp geçiciliğini unutturmayan, her dem taze o bahar günlerinin habercisidir. Yeniden başlamanın, dönüşüm eyleminin ve yaşamın döngüsündeki sürekliliğin kanatlarından bakarak seyreder dünyayı kelebek; kısa misafirlik ile bitmeyen sonsuzluk arasında bir yerde. Nasıl diyordu Kazancakis Allah’ın Garibi’nde: Tırtıllar seni düşünür düşünmez Rabbim, kelebek olup uçuveriyorlar.