Galiba Mutlu

Galiba mutluydu

Yanaklarını şişirmiş, fırçaya sürdüğü sabunla yüzünü köpürtüyordu. Karşısındaki eski plastik rafta bir tıraş köpüğü vardı. Rafın tam köşesinde aynaya doğru dayanmış, isminin bir kısmı görünüyordu yalnız: “..RKO” Bir an durdu. Aynaya, aynadaki yüzüne, sonra önündeki tıraş köpüğüne baktı. Gözlerini eğip eski fırçayı, bileklerinden dirseklerine doğru akan sabunlu suları ve avucunda vıcık vıcık olmuş sabunu izledi. Yeniden işine koyuldu; yüzünü köpürtmek. Böyle yapmayı babasından öğrenmişti. Daha başka şeyler de öğrenmişti elbette. Ama en sevdiği, sabun ve fırçayla eski usul tıraş olmaktı. Eline jileti alıp yüzündeki sabunu sıyırmaya başladı. Faullerinde daha dikkatli. Çenesinin üstünü iki kere. Arada jileti musluktan akan suyun altına tutup lavabonun kenarına vuruyordu üç kez. Tık tık tık. Bunu yapmayı da babasından öğrenmişti. Soğuk suyu yüzüne çarptı. Havluyla ensesini ve boynuna dek bütün başını kuruladı. Dudaklarını büzüp sağ avucuyla çenesini sıvazladı. Kendini beğendiğinde böyle yapardı. Sonra ıslık çalarak çıktı banyodan. Yavaş ve galiba mutlu.

Biraz gergin

Yatak odasının kapısına geldiğinde durdu bir müddet. Elini kaldırıp kapıyı açacak oldu ilkin. Sonra geri döndü. Koridorun diğer ucundaki salona yöneldi. Yarı yolda vazgeçti bundan da. Koridorun ortasında dikildi. Ellerini kaldırıp baktı. Avuç içlerine ve ellerinin dışına. Sonra indirdi. Yerdeki halıda, tam da parmağının ucunda bir çekirdek kabuğu vardı. Eğilip onu almak için dayanılmaz bir istek duydu içinde. Yere doğru meyletmişken vazgeçip hızla gitti yatak odasına. Kararlı şekilde kapıyı araladı. Gardırobun önüne gelince durdu. Yorulmuşçasına yatağa bıraktı kendini. Açık kapaklardan dolabı izlemeye koyuldu. Yan yana dizilmiş sekiz takım elbise. Siyah, lacivert, kahverengi, tekrar lacivert, mavi, gri, krem ve vizon. Ceketlerin kollarına dokundu. Yan yana dizilmiş sekiz kol. Birini giymesi gerekiyordu. Bir tur daha gezdirdi ellerini. Griye gelince duraksadı. Bunu giyecekti, kararını vermişti. Kalkıp askıya uzandı. Kararlı ve biraz gergin.

Çokça telaşlı

Saatine bakmayı akıl etti nihayet. Sekize on iki vardı. Geç kaldım, diyerek hızlandı. Üzerindeki pijamayı yatağa fırlatıp giyinmeye koyuldu. Beyaz gömleği, gri pantolonu ve ceketi giydi. Ceketin düğmelerini ilikledi. Vazgeçip çözdü sonra. Çekmecede lacivert bir çorap aradı. Topuğu ezilmiş bir tane buldu. Zararı yok, diye düşündü. Çantasını aramaya koyuldu. Salondaki masaya gitti koşar adım. Çantayı kaptığı gibi mutfağa yöneldi. Bilgisayarı tezgâhta duruyordu. Dün akşam bulaşığı toplarken açtığı film geldi aklına. Yarıda bırakmıştı. Filmi yarıda, bilgisayarı tezgâhta, bulaşığı eviyede bırakıp çıkmıştı mutfaktan. Zararı yok, diye düşündü. Böyle düşünmeyi diledi doğrusu. Fakat içine koca bir taş oturmuş gibiydi. Mutfağa vuran ışığa baktı. Güneşin parlaklığıyla perdenin önünde uçuşan tozlara takıldı gözü. Sonra geciktiğini anımsadı. Bilgisayarı çantaya tıkıştırıp dış kapıyı araladı. Hızlı ve çokça telaşlı.

Yutkundu

Binadan çıkar çıkmaz caddeye attı kendini. Gördüğü ilk taksiyi durdurmayı başardı. Ön koltukla arka arasında tereddüt etti ilkin. Saniyelik bir duraksamadan sonra arkaya geçti. Ön koltuk şoförle sohbet demekti. Oysa konuşacak mecali bulamıyordu kendisinde. Arka koltuğa yığılırcasına bıraktı bedenini. Gideceği yeri söyleyip gözlerini kapattı. Böylelikle gereksiz sorulardan kurtulacaktı. Göz kapaklarını perdeye benzetti bir kez daha. Yalnız yaşamaya ilk başladığında evinin perdesiz oluşu geldi aklına. Annesinin camları görünce ne denli söylendiğini hatırladı. Yalnız bir ay sürmüştü kararlılığı. Annesi, işe gittiği ilk sabah bütün camları çift kat perdeyle kapatmıştı. Alta güneşlik, üstüne tül. Bozulmuş, kavga etmiş, neden diye söylenmişti akşam. Kadın duymazdan gelmişti onu. Zaten hep böyle yapardı. Bildiğini okur, sonra sağır ve dilsiz kesilirdi. Hışımla çekmişti salonun perdelerini. Neredeyse korniş düşecekti. Yine de sonuna dek açtığı perdeyi indirip atmaya cesaret edememişti bir türlü. Ne annesi oradayken ne de yeniden yalnız kaldığında. Annem, dedi. Kapalı gözlerinin önünde annesi belirdi birden. Elini uzatsa dokunacağını hissetti. Ürperdi. Gözlerini açtı heyecanla. Kırmızı ışıkta bekliyordu araç. Sağa sola baktı annesini arar gibi. Yutkundu.

Ağlamaklı oldu

Kendini toparladı. Yolu izlemeye başladı. Bir çiçekçinin yanından geçerken durdurdu taksiyi. Koşar adım gidip bir buket nergis aldı. Gelip arka koltuğa oturdu tekrar. Başını cama dayayıp gözlerini kapattı. Derken garip bir şeyler fark etti. Taksici hiç konuşmaya çalışmamıştı kendisiyle. Ne saygılı adammış, hâlden anlıyor deyip gülümsedi. Selam vermek istedi taksiciye. Anne ve babasını anlatmayı diledi, hiç tanımadığı yabancı birine. Gözlerini kapatıp yan yana düşündü ikisini. Yeniden gözlerini açtı. Tam babam ve annem, diye söze başlayacakken sağa çekti aracı şoför. Gelmişti. İndi taksiden usulca. Elinde nergis, kafasını kaldırıp göğe uzanan ağaçlara baktı. Ağlamaklı oldu.