Nurettin Topçu: “felsefesi Olmayan Milletin Mektebi Olamaz”

Ahmet Yesevi ile başlayan Türkçe bilgelik sevgisi ve Türkçe ruhunun Anadolu’daki temsilcisi Yunus Emre’dir. Çağdaş İslam düşünürlerinden Nurettin Topçu, (1909-1975) Yarınki Türkiye’nin ancak Yunus Emre ve Hacı Bayram-ı Veli’nin yeniden yorumlanması ve hayata geçirilmesiyle mümkün olacağını düşünür. Bireysel ve ortak ahlak sistemi oluşturmak ancak bu şekilde gerçekleşecektir.

Bu isimlere dikkat edildiği zaman bizim Türkistan/Ata Yurt ve Anadolu/Ana Yurt arasındaki kültürel sürekliliğimiz görülür. Bunlar, modern Türkiye’yle devam eden kültürel sürekliliğimizin nokta simgeleridir. Bu nedenle, Yesevi’den itibaren hayatla iç içe olan metafizik tasavvurumuzun temellerinin atıldığını söylüyoruz ve bunu “varlığın birliği öğretisi” bağlamında okumalarla ortaya koyuyoruz. Anadolu’daki felsefi birikimi Avrupa’daki temelleriyle beraber harmanlayan; Rönesans, Reform, Aydınlanma ve pozitivist felsefeyi de çalışmalarına katan yeni bir duruş ve “İslam Rönesansı” geliştirmeye çalışan önemli düşünürlerimizden biri de Nurettin Topçu’dur.

Bu çerçevede o, ferdin varlığını yok eden, kendisine yabancı bir varlık olmasına neden olan sosyolojizm karşısında en etkili mücadele argümanları olarak Maurice Blondel’in “hareket felsefesi”ni ve Henry Bergson’un “sezgi” kavramını dile getirir. Buradan yola çıkarak ahlaki bir varlık olmanın gereklerini açıklar. Ona göre, Bergson’un felsefesi ümit ve imanını kaybeden XIX. yüzyıl insanına “sezgi” metodunu vererek pozitivizm ile kaybedilen ümit ve imanı geri getirmeye çalışır.

İnanmış Bir Ruhun Hamleleleri ve “Diğer Batı”

Bu anlamda “Bergonsculuk”, insanlık vicdanında ümit cephesinin âdeta bekçisi oldu. O, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Doğu’nun metafizik dünya görüşüne bir panzehir olarak görülen pozitivizm ve Amerikan pragmatizmine karşı alternatif oluşturan felsefi bir öğretidir. Onda Allah’ına kavuşmak isteyen inanmış bir ruhun hamlelerini hissederiz.

Günümüzde “Mutlak”ı arama yolunda varoluş felsefesi, hâlâ “Bergsonculuk”un tesir sahasını doldurmuş sayılmaz. Bu, bir anlamda “diğer Batı”dır. Bu isyankâr Batı, “doğru”ya bağlı ilim, “güzel”e bağlı sanat ve “iyi”ye bağlı din ve ahlak anlayışının savunucusu olan meşhur aydınlanmacı Kant ile başlar, Alman düşüncesi içinde olgunlaşır, Fransa’da yayılır ve Fransız düşüncesinde Renouvier’dan itibaren bilim ve aklın, sanat ve ahlak üzerindeki hegemonyasına karşı çıkar ve XX. yüzyılda da Bergson’a kadar ulaşır.

Yarınki Türkiye: Felsefesi Olmayan Milletin Mektebi Olamaz

Nurettin Topçu, Batı’daki bu gelişmelerden haberdar olarak Fatih, Yunus Emre ve Hacı Bayram-ı Veli simgelerinin yeniden yorumlanması ve hayata geçirilmesi isteniyorsa günümüzde okulların kapısına “Felsefesi olmayan milletin mektebi olamaz.” cümlesinin yazılmasının gerektiğini söyler. Çünkü felsefe, biricik kılavuzumuz olan aklın kullanılmasını öğretir. Eşyayı hangi açıdan görmemiz gerektiğini belirler. Felsefemiz yoksa eşya ve olaylar hakkındaki hükümlerimiz farklı olacak ve birbirleriyle çelişecektir. Eğer felsefemiz olursa Türk çocuğunun bir dünya görüşü olacak ve bütün vatandaşlar bu görüşte birleşecektir. Topçu’ya göre başarı için beşerî/bilimsel bilgi ve dinî bilgi bir arada olmalıdır ve bu da maarifte yöntemli bir şekilde öğrenilir. Felsefe tarihinin birikimini son derece iyi analiz eden Topçu, “Sokrates’in müjdelediği rasyonalizm denen aklın saltanatını, Eflatun mistisizmiyle ilahi beldeye yükseltmiştir.” der. Ona göre her medeniyet insanlığa yeni bir hikmet getirmiştir.

Dinamik/Açık Bir Din Tasavvuru İçin Felsefe, Kelam ve Tasavvuf Disiplinlerini Eş Güdümlü Okumak

İlahiyat fakültelerinde felsefe, kelam ve tasavvuf disiplinlerinin verileri eş güdümlü okumalarla yapılırsa yeni bir varoluşçu dindarlık tasavvuru geliştirilebilir ve bunun gençler arasında karşılığı olabilir. Nitekim Nurettin Topçu da insanın zahirî boyutunu düzenleyen hukuk ve manevi boyutunu olgunlaştıran kemal ilimlerinin kültürümüzü oluşturduğunu düşünür. Ona göre Yunus ile Fuzuli’nin ruhundan taşan bu birikim, Mehmet Akif gibi düşünürlere ulaşmıştır. Ancak daha sonra tekrar statikleşme başlamış, lafızcılığa ve tekrara düşülmüştür. Topçu, burada “statik ve dinamik/açık din” ayrımı yapar. Statik din insana beşikte uyutulan çocuklara yapıldığı gibi masallar söyler, cemiyetin bu tutukluğundan kurtulması ancak dinamik ve açık din ile olabilir.

Önceki ruhun canlanması -ki buna Nurettin Topçu, “fikrî tecdit projesi” der- ancak Muhammet’in ümmeti ve Mevlana’nın torunları olduğunu söyleyen bu milletin çocuklarının öncelikle yöntem sorununu halletmesi ile mümkün olabilir. Bunun elde edilme yeri eğitim yerleridir, maariftir. İlimlerde olduğu gibi din hayatı içinde de memleket ve dünya hadiseleri karşısında da yöntemli düşünmeyi buralarda öğrenen genç, kültürünü din, ahlak ve sanat çalışmaları bağlamında oluşturur.

Topçu ve Dindar Varoluşçu Tasavvuru

Topçu, “dindar varoluşçu bir tutum” geliştirmiş, yeni bir yol olarak da “aksiyon felsefesi” ve “hareket ahlakı”nı yeni nesillere aktarmaya çalışmıştır.