ORHAN GAZİ GÖKÇE
İnsanlık tarihi büyük acılar ve felaketlerle dolu kabarık bir defter. Dünya, cidalin bin türlüsünün acı meyvesi olarak bu felaketleri doğurmakla devredip duruyor nesilden nesile. İnsan denen mahlûk kendi hakikatinden kaçmanın yollarını bulmakta pek mahir. Şeytan kulağına fısıldamaya görsün, onu dahi utandıracak işlerden geri durmuyor. Kabil’in, kardeşi Habil’in canına kıyması bu işgüzarlığın hikâyesinin ilk sahnesi. Yeryüzünde bozgunculuk edip kan döken, benlik davasının yolunu tutan kimselerin işlediği cinayetlerin mağduru yahut şahidi olmakla sınanıp duruyor insanoğlu.
Zaman, araçlar, insanlar değişse de bu azgınlığın temel motivasyonu değişmiyor. Kendi varlığını bir başkasını yok etmekte gören bu ruh sapkınlığının tacizleri eksilmiyor. Meşruiyetini kaba kuvvet, imtiyaz ve menfaatine bağlayan ve insan kanından beslenen gözü kara bu türün saldırganlığının maliyeti elbette çok ağır. Terbiyeden en yoksun hayvan türlerinde dahi görülmeyecek vahşetin faili olmaktan çekinmeyen bu sapkınlar, türlü hokkabazlıklarla göz boyama telaşındalar.
Elimize sus payı olsun diye tutuşturulan mavi ekranlı oyuncaklara kan bulaştı. Hayatta kalabilmişse korku dolu gözlerle etrafı izleyen masum çocukların, telaş içinde yavrusunu arayan annelerin, kucağında can vermek üzere olan kızına gözyaşları içinde sarılan babaların feryadına şahit tutuluyoruz. Aklımız olan bitene erse de tetiği çeken parmakları kıramıyoruz. Bu acziyet içinde, duanın semaya uzanan dallarına sarılıyoruz. Zamanı suçlayacak değiliz ve inandığımız için zamanın sahibini. Zira mühletin verileceğini fakat hesabın asla ihmal edilmeyeceğini biliyoruz. İhmal varsa bizdendir. Belki de hafızamızı bile isteye yanıltmayı seçtiğimiz için, olan biteni rehavetle izlediğimiz için, günlük hayatımızda dahi benzer ihmallerin şahsiyetimizi nasıl aşındırdığını fark etmeden yaşlanıyoruz. Yarına bıraktığımız her işin pişmanlık duyacağımız günler getireceğini unutuyoruz. Elimizden, ayağımızdan derman çekildiğinde ise zaten iş işten geçmiş oluyor.
İşgalin, hırsızlığın, tecavüzün ve cinayetin binini bir para eden ve kana boyadıkları coğrafyaların üstünü insan hakları, demokrasi, birlikte yaşam, çok kültürlülük gibi sentetik kavramlarla örtmeye çalışan müfsit ruh hastaları hiç olmadığı kadar aleni bir cinnet hâliyle gemi azıya almış vaziyette. Allah’ı kıyamete zorlama küstahlığı içinde dengesini yitiren bu canavarların gerçek kara yüzleri ayan oldu. Peki, bu kara yüzlerin kendini bu denli aşikâr etmesi ve büyük bir nefreti celbetmesinden hayra bir kapı aralayabilir miyiz?
Zorbalıkla kontrol ettikleri kitle iletişim araçları, uluslararası etkisiz, kuklalaşmış, paravan kuruluşlar ve insanları midesinden kendine mecbur bırakan ticari organizasyonlar yoluyla hâlâ kendilerine meşruiyet zemini arama yüzsüzlüğü gösteren bu kan emicilerin mızrağı çuvala sığmıyor artık. Kalbinde zerre insanlık nüvesi taşıyan hiçbir insanın vicdanında bunlara bir hak payı kalmadı. Daha da arsızlaşacaklar belki fakat günün sonunda kendi kendilerini imha etmekten başka bir seçenekleri kalmayacak. Sadece eli değil bütün benliği kana bulanmış bu narsist zihniyet, çok uzak olmayan bir vakitte yok olacaktır.
Tarihte eşi benzeri görülmemiş aleni cinnet hâlinin şahitleri olarak aklımıza mümkün olduğunca mukayyet olmalı, kalbimizi müsterih tutmak için gayret etmeliyiz. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “Tuzaklarını Allah bilip dururken onlar tuzaklarını kurmaya devam ettiler. Oysa onların tuzaklarıyla dağlar yıkılıp yok olacak değildi! O hâlde, sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Allah güçlüdür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.” (İbrâhîm,14/46-47) Allah’ın vaadine inanan müminler için bundan başka inşirah kapısı yok, amenna! Allah kimsenin yaptığını yanına bırakmayacaktır. Bıçağın kemiğe tam anlamıyla dayandığı şu günlerde elbette işi önce Allah’a havale ederken yapmayı ertelediklerimiz, yapmaya üşendiklerimiz hususunda muhasebeye ihtiyacımız var. İhmal ettiğimiz mesuliyetlerimizi hatırlamak mecburiyetindeyiz. Her şey inceldiği, zulüm kalınlaştığı yerden kopar. Bu kalınlaşan zulüm ipine bıçak çalan ellerden biri de bizim elimiz olsun; yapacağımız güzel işlerle, söylediğimiz hayır sözlerle ve kalbimizde diri tuttuğumuz imanımızla.