Lisan En Güçlü Bağdır

Türkçe felsefe için çıkış noktamız ne olmalı? Bu noktada Albert Camus’nün “İnsanın iki yurdu vardır. Biri üzerinde doğduğu topraklar, diğeri de o topraklarda konuşulan dildir. Benim ana dilim Fransızcadır. Bir yazar olarak benim ilk görevim onun hudutlarında yer almaktır.” tespitini önemsiyoruz. Bu sorunun cevabını ararken Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti kültürel sürekliliği bağlamında Genç Kalemler bize ışık tutmaktadır.

Bu yolculukta hareket noktamız şu: Türkçenin Kanun-i Esasi’de resmî dil olarak kabulü, “yeni lisan, yeni insan” bağlamında yapılan “millî edebiyat” çalışmaları ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla da Türkçe felsefenin, Türkçe düşünüşün ve Türk felsefesinin resmî olarak tescil edildiğini görüyoruz. “Millî edebiyat” kavramı ilk olarak Ali Canip tarafından Genç Kalemler dergisinde kullanılır. Bundan önce 1909 yılında Sadrazam Said Paşa, Gazeteci Lisanı diye bir risale yayımlar, hakikatleri keşifte en sıhhatli yöntemin mukayese olduğunu, kıyası bilmeyenlerin bu hususu bilmelerine imkân olmadığını, lisanımızı ıslah etme ve daha iyi hâle getirmenin zorunlu olduğunu söyler. Hatta dönemi açısından önemli olan birçok öneriler getirir ama fazla başarılı olamaz.

“Millî edebiyat” ve “yeni lisan” tasavvuru, 1910 yılında çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisiyle halka ulaşmaya başlar. Bunda Şemseddin Sami’nin “Lisan-ı Türkî” hakkında yazdıkları ve 1876 yılında çıkarmaya başladığı Sabah gazetesinin de etkisi vardır. Gerek dil gerek imla gerek tarihleme ve imzalama yöntemleri açısından önemli yeniliklerin bu gazetede başlatıldığı unutulmamalıdır.

Bu süreç bize göre “Türkçe felsefe için yeni lisan” oluşturmaktır. Çünkü millî bir edebiyat oluşturmak için önce dilin millîleştirilmesi gerekmektedir. Bu amaç için “yeni lisan” anlayışı ortaya atılır. Bununla yazı dilini konuşma diline yaklaştırma ve böylece yazı dili ile konuşma dili arasındaki farkları ortadan kaldırmak amaçlanmıştır. Genç edebiyatçılar daha geniş halk kitlelerine seslenmek için “yeni lisan” anlayışını savunmuşlardır.

Bu hareket, özellikle Ziya Gökalp’in katılımıyla edebiyatımızda hızla yayılmış ve gelişme göstermiştir. Fuat Köprülü gibi ilim ve düşünce adamlarının yardımlarıyla kuvvetlenen “yeni lisan” hareketi, Refik Halit, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri, Halide Edip gibi sanatçılarla yaygınlık kazanmış, Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmeden önce, konuşma dili edebî dilin yerini tamamen almıştır.

Ömer Seyfettin ile Genç Kalemler’i çıkartan Ali Canip daha sonraları “Yöntem” soyadını alarak Türk Dil Kurumu Filoloji Başkanı olur. Türkçe felsefe açısından burada Ömer Seyfettin’in baskın görüşlerini ifade eden ama derginin yazı heyeti imzasıyla yayımlanan “Yeni Lisan” makalesi son derece önemlidir. Ali Canip, burada bir lisanın yeniden kurgulanmasından bahsetmediğini özellikle vurgular. Lisan zaten vardır, mevcuttur; kendi kendine kurulur, diyerek çok açık bir şekilde dilin “mevcut” hâlinden yola çıktıklarını belirtir.

Ali Canip, “Garp Mektebinin Amilleri” adlı makalesinde, Osmanlı toplumunun Sultan III. Mustafa’dan başlayarak Meşrutiyet’e kadar giriştiği yenileşme hareketlerini özetliyor, giriştikleri dil ve edebiyat hareketinin bu yenileşme hareketlerinin bir devamından başka bir şey olmadığını söylüyordu. Ona göre, milletlerin uzun süre varlıklarını korumaları ancak dille sağlanabilir çünkü milliyetle lisan birdir.

Genç Kalemler, Şemsettin Sami’nin “Lisan ve Edebiyatımız” konulu yazısını yayımlayarak “Lisan-ı Türki” konusunda önderlerini akademik ve etik açıdan açıklar. Benzer kaygılar duyan ve Sami’nin etkisini de belirten Ömer Seyfettin, “Müşterek bir lisanı olmayan millet, rabıtasız/bağlantısız sürüler sayılır. Lisan en kavi/güçlü bağdır. Bu bağı örmek, bütün turan ediplerinin en mukaddes vazifesidir.” der. Dil ona göre, “manevi ve mukaddes vatan”dır. O kadar ki bu manevi vatanın istiklalini ve güçlü olmasını resmî ve millî vatanımızın istiklalinden daha önemli görür.

Ali Canip ve Ömer Seyfettin’e destek veren Ziya Gökalp, dili sosyal yönden değerlendiriyor ve halkın dil kullanımını bir ölçü, bir norm olarak ele alıyor. Yeni lisan hareketini, toplumda mevcut bir eğilimin kurumsallaştırılma çabası olarak tarif ediyordu.

Özetle Türkçe düşünüş için son derece önemli olan yazı dili ve konuşma dili arasındaki uyumun sağlanması çalışmasına Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Hamdullah Suphi, Halide Edip Adıvar da katıldı, böylece “yeni lisan” hareketi ivme kazandı. Aslında bu süreç, Kanun-i Esasi’yle (1876) başlamış olup onun 18. maddesinde “devletin resmî dilinin Türkçe olduğu ve devlete hizmet edecek kişilerin Türkçe bilmesi gerektiği” belirtilmiştir. İlk resmî Türkçe gazete Takvim-i Vakayi’nin 1831 yılında basıldığını hatırlarsak dil kaygısının resmiyete bürünme tarihini daha erkene alabiliriz.