“unutulmamalıdır ki ‘zaman’ En Önemli Münekkittir ve Geleceğe Kalacak İsimleri de En İyi O Belirleyecektir.”

Muharrirlerin yazıları kadar yazılarını ortaya çıkardıkları muhitler, ortamlar ya da mekânlar da önemlidir. Öyle ki bu mekânlar geçmişte çoğu zaman bir üniversite mesabesinde olmuştur. Tarık Buğra, “Küllük” mezunuyum, der mesela; orada bir yandan yazı yazarken bir yandan da edebiyat âleminin nabzını tutar. Edebiyat ortamı olarak meşhur olmuş kahvehaneler, kıraathaneler, pastaneler bugün herkesin malumudur. Ve bu konuda ilk akla gelen şehir, tabii ki payitaht şehrimiz İstanbul’dur. Peki, Ankara bu konunun neresindedir? Ankara’nın bir edebiyat mahfili olarak ününü daha önce duymuş muydunuz?

Bu ay, Necati Tonga ile Ankara’nın bilinmeyenlerini konuşuyoruz. Necati Tonga, edebiyat tarihinin tozlu raflarında sıkışıp kalmış bilgileri, gizli hazineleri yer altından çıkarır gibi önümüze seriyor.

Necati Bey, Bir Edebî Muhit Olarak Ankara isimli eseriniz, Ankara’da yaşayan ve Ankara merkezli Geçerken derginin ekibinde çalışan bir okur olarak oldukça ilgi çekici geldi bana. Bu konuyla ilgili sorulara başlamadan önce dilerseniz “mahfil” ve “muhit” kelimelerini biraz açalım. Nedir muhit ya da mahfil?

Hayatımızda ve sanat eserlerinin kurgusunda önemli bir unsur olarak karşımıza çıkan mekânın; edebiyatla, edebiyat tarihi ve edebiyat sosyolojisiyle de sıkı bir bağı vardır ki “edebî muhit” kavramı bu bağ neticesinde ortaya çıkan bir kavramdır. Bir topluluk içerisinde yaşayan şair ve yazarların oluşturduğu; kahvehane, pastane, lokanta, konak, dergi/gazete idarehanesi, şair ve yazar evleri gibi zamana ve şartlara göre değişen edebiyat mahfillerinde gözlemlenen, yoğun bir edebiyat hayatı ve basın-yayın faaliyetiyle belirginleşen, çoğunlukla siyasi erkin yönlendirmesiyle ve şehir kültürüyle ortaya çıkan, bu özellikleriyle de benzerlerinden ayrılan geniş çevreye “edebî muhit” adı verilir.

“Edebî muhit” terimi, zaman zaman “edebiyat mahfili-edebiyat ortamı”, “edebiyat meclisi”, “edebiyat salonu” ve “encümen” gibi kelimelerle aynı anlama gelecek şekilde kullanılmakta, bu durum da kavramsal çerçevede karışıklığa sebep olmaktadır. Edebî muhit ile kastedilen, daha dar anlamlarıyla ön plana çıkan edebiyat mahfili (edebiyat ortamı), edebiyat salonu, encümen yahut edebiyat meclisi değil; daha geniş bir “çevre” veya “atmosfer”dir. Edebiyat mahfili, edebî muhite göre daha küçük toplanmaların yapıldığı mekânlar için kullanılır. Bu bağlamda edebiyat mahfili, “edebî muhit denilen geniş atmosfer içerisinde şair ve yazarların toplandıkları, çeşitli vesilelerle iletişime geçtikleri, edebiyat faaliyetlerine sahne olan dar mekân” şeklinde tanımlanabilir. Mekânın bir alt başlığı nasıl “muhit” ve “edebî muhit” ise edebiyat mahfili de edebî muhitin bir alt başlığıdır.

Şüphesiz edebiyat mahfilleri deyince akla ilk olarak payitaht şehrimiz İstanbul geliyor. Çınaraltı’nı ya da Küllük’ü hepimiz biliyoruz. Peki, Ankara’nın bu konuda bilinmeyenlerini sorsam ne dersiniz?

Başta klasik edebiyatımız olmak üzere edebiyat tarihimizde yer eden pek çok edebiyat hareketinin merkezi İstanbul olmuştur. Devletin asırlarca İstanbul’dan yönetilmesi, şair ve yazarları himaye eden padişahlarla devlet büyüklerinin bu şehirde bulunması, İstanbul’un edebî muhit olmasına ve bu özelliğini asırlarca devam ettirmesine sebep olan belli başlı âmillerdir. İstanbul, merkez edebî muhit olma özelliğini XX. yüzyıla kadar sürdürmüştür. Millî Mücadele’ye merkezlik yaptıktan ve başkent olduktan sonraki süreçte ise Ankara, Türk edebiyatına yön veren önemli bir merkez olur. Yeni kurulan devletin yönetim yerinin Ankara oluşu, bu şehri kısa sürede bir cazibe merkezi hâline getirmiş, bu sayede Ankara Cumhuriyet Dönemi’nde zengin bir edebî muhite dönüşmüştür.

Ankara’nın bir edebî muhit olarak gelişiminde Millî Mücadele yıllarının özel bir yeri var. Ankara’nın önce Kuvayımilliye merkezi, ardından da başkent seçilmesi bu anlamda çok önemli. 1919-1922 yılları arasında Millî Mücadele’ye destek vermek amacıyla Yakup Kadri, Halide Edip, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Va-Nu, Faruk Nafiz, Sadri Ertem, Aka Gündüz gibi isimler akınlar hâlinde şehre geliyorlar. Bu isimlerin buluştukları Merkez Kıraathanesi ve Kuyulu Kahve Ankara’da karşımıza çıkan ilk edebiyat mahfilleri olarak anılmalı.