Geçmiş Zamanın Peşinde

Barış Bıçakçı “Bir Kitabın Sayfaları” adlı şiirinin bir dizesinde “buradan çocukluğumuza kadar bir telaş” diyor. Yaşımız kaç olursa olsun çocukluğa hep bir telaşla gideriz. Hatırlanmayan anlar içimizdeki merakı tetiklediğinden en çok çocukluk yıllarımızı başkalarından dinlemeyi severiz. Dinleriz ama hiçbir zaman bütünüyle inanmamız mümkün değildir. İnsan hafızası geçmişe giderken unuttuğu boşlukları doldurur, değiştirir hatta dönüştürür; bunu bilir ve kendimizin o saf hâline ulaşma çabası, içimizde telaşa sebep olur. Bu telaş zihnimizde olumsuz bir kelimeye dönüşmemeli. Dünyada var oluşumuzdan itibaren yaşadığımız anları hatırlamayı istemek, varlığımızın delilini kendimize ispat etme çabasıdır.

İspat kulağımızda açılmış bir delik gibi durur. Göreve başladığım ilk yıl öğrencilerimden birini tahtaya çıkardım. Güzel bir kız çocuğu. Bir an kulağına geçirilmiş iplik beni sınıftan aldı çocukluğuma götürdü. Malum olduğu üzere Anadolu’da kız çocuklarının kulağı çok erken yaşta deldirilir. Çoğu zaman da küpe almak yerine delik kapanmasın diye iplik geçirilir. Renkli bir iplik. Yaygın olan şeyin yadırganması olmaz. Benim içinse durum biraz farklıydı. Ablam ve abim kulağımı deldirmek için beni eczaneye götürmüş küpemi de o anda takmışlardı. Yaşım çok küçük olduğu için küpeye sahip çıkamadım. Annem de kulağıma bir iplik geçirmişti. Malına sahip çıkmayı öğren ipliği. Uzun yıllar öylece kaldı. Bense küpe alamadığımız için böyle yaptığını düşünmüştüm. Büyüyüp sorduğumda öğrendim. Ama ikna oldum mu derseniz, olmadım. Anne babalar çocukluğunuzla ilgili sorduğunuz sorulara o anın ihtiyacıyla cevap vermek adına geçmişi de eğip bükme gücüne sahipler. Belli aralıklarla aynı olayın farklı şekillerde anlatılmasıyla bunu anladım. Oysa ben abimle ablamın beni evden alıp güneşli bir günde yürüdüğümüz eczane yolunu -benim için çok uzun bir yoldu- kulağımı delen orta yaş adamı, ablamın bana hiç acımayacak deyişini ve bir anda duyduğum o patlama sesini çok iyi hatırlıyorum. Sanırım sesten dolayı çok acıdığını düşünmüştüm. Saatlerce ağladım. Kulağımdaki deliği, vücudumda büyük bir yara gibi taşıdım. Eve gelip küpemi gördüğümde kendimi çok güzel buldum, ağlamayı bıraktım hâliyle. Değdiğini düşünmüş olmalıyım. Küpemi kaybettikten sonra iplik takıldı demiştim ya, zamanla o ipliği kesip attım. Küpenin estetiğini görmüştüm bir kere. İpliği kestiğimi uzun zaman kimse fark etmedi ve o fark edilmeyen sürede kulağım kapandı. Evdekiler fark ettiğinde kendimi komşumuzun dizinde iğneyle kulağımı tekrar açmaya çalışırlarken bulmuştum. Kulak delme tabancasını mumla aradığım bir andı. “Şimdi bitti.” cümlesi yıllarca sürmüştü sanki. Yıllarca süren o kısacık anın sonunda annem çantasından küpelerimi çıkarıp taktı. Söylemedi ama ne demek istediğini anlamıştım. Ben de küpeyi bir daha kaybetmedim. Onun da beni anladığına ise şimdilerde eminim. O maçı ben kazanmıştım.

Yıllar sonra öğrencimi gördüğümde hikâyemi bu hâliyle kabul ettiğimi fark ettim. Büyümüştüm ve benim de zamanı eğip bükme gücüm vardı artık.

*“Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat, Combray’da pazar sabahları Leonie halamın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı.”

Bu köşe, Marcel Proust’un Geçmiş Zamanın Peşinde adlı eserinden ilhamla hazırlanmıştır.