Üç Tavsiye

İBRAHİM VARELCİ

BİR ŞİİR

Kurumuş üzüme de razıydık çürüttün / Yaralanmış ayı kullanarak kızıl dağ/ Soluğunu yollayarak zaman zaman üstümüze / Daralttın gençliğe ve bahara susamış gönlümüzü (Sezai Karakoç, Kış) Duyguların da mevsimi vardır. Ayrılığı, yaşamın zorluklarını ifade etmeye en uygun mevsim kıştır belki de. Şehirde kış yaşamakla köyde kışlamak çok farklıdır. Tıpkı ormanda yağmurda yürümekle şehirde yüksek katlı binaların arasında yağmurdan kaçarak yürümek gibi. Mevsimlerin yakıştığı, ifade ettiği duygular vardır. İmkânsız bir sevdanın çaresizliği ile suskunluğa bürünmek… Yaşamın verdikleriyle yetinmek, imtihana rıza göstermek… Bir kuru üzümle mecalsiz bedenine kan getirmek. Baharı, yeşillenmeyi, çiçek açmayı umut ederken kara kışın tam orta yerinde acının ürpertici soluğunu ruhunda hissetmek.İçimizi daraltan insanlar, olaylar ve durumlar vardır bir de. Hele insanlar; onlar içimizin daraldığının farkında bile değillerdir belki de.

BİR KİTAP

Hayat; bir kederlenme yuvasına, kendinle yüzleşmeye, kendi derinliklerine doğru içsel bir yolculuğa, ölümü her daim hatırlamaya, hayatta olmanın insanın ruhuna verdiği ağırlığa, dünyadaki bu gidişattan duyulan memnuniyetsizliğe, kimsesizliğe, yalnızlığa ve sahih bir huzursuzluğa denk düşer Şule Gürbüz’ün Coşkuyla Ölmek kitabında. Coşkuyla nasıl ölünür? Nasıl bir yaşamın sonunda insanın ölümü hayatından izler taşır? “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” En çok da kendimizle derdimiz, meselemiz olmalıdır. Kendimize bakmaktan fırsat bulup da bir başkasına nazar edilmemelidir. Bencilce değil, kendini merkeze alarak değil, belki de kendini hiçleştirerek kendine bakmalıdır insan. Sorular sorulmalı, insan kendini hesaba, hizaya çekmelidir. Ama nasıl? Bunca gürültünün arasında insan kendi sesini duyabilecek midir? Kendi yolunu çizebilecek midir? Şule Gürbüz, insanın muhayyilesindeki en soyut en çetin ve anlaşılması en güç meseleleri kelimelerle somutlaştırıyor. Ruha bir suret değilse de renk veriyor.

BİR FİLM

Hayat, sevdiğinin peşinden sürüklenmektir… Buna sürüklenmek denilmez belki de. İradesiz bir sürüklenme, akışa kapılma değildir çünkü. Yorulmadan, bulacağına olan inancını bir an bile kaybetmeden… Arkadaşımın Evi Nerede? filminde kaybettiğimiz masumiyeti, koşulsuz sevgiyi, sadakati, sorumluluğu, sözünde durmanın önemini ve vefanın hayatımızda ne kadar önemli olduğunu şiirsel bir biçimde izliyoruz. Filmi izlerken, artık sahip olmadığımız insani hasletlere vahlanacağız. Bir çocuğun gözünden sorumluluk bilincini anlamış olacağız, iyilikte ısrarcı olmanın ne denli zor olduğunu fark edeceğiz. Belki bir gün, hayatın insanı tüketen karmaşıklığından sıyrılarak çocukluğumuzun masumiyetini, saf sevgiyi tıpkı çok sevdiğimiz bir dostun evini ararmış gibi, arkadaşımızın evi ne kadar uzakta olursa olsun, onu bulmaya çalışacağız. Aslında bu bir kendini arayış…