Veysel Altuntaş
Ülkeler bulundukları coğrafyanın özellikleri bakımından çeşitli maddi, fiziki unsurlar barındırırlar. Bu unsurlar elbette ülkeden ülkeye göre değişir. Ve her ülke sahip olduklarının güzelliği, işlevselliği ile övünür. Bu övünme bir korunma refleksi olarak da kendisini geleceğe aktarabilme güdüsü olarak da düşünülebilir. Bu varlıkların hem ülke içinde hem de ülke dışında tanıtımı, o devletin ya da medeniyetin güçlülüğünün gösterilmesi yani bir gövde gösterisi olarak da okunabilir.
Ülkelere ait bu unsurların önemini kabul etmemek oldukça safiyane olur. Bunun yanında en az onlar kadar mühim olan kültürel, manevi unsurları da unutmamak gerekir. Bir medeniyeti geleceğe taşıyan en önemli sacayaklarından birinin kültür ve manevi değerler olduğunu göz önüne alırsak meselenin ehemmiyeti çok daha iyi kavranabilir.
Bir kültürün gelecek nesillere aktarılması da ancak ülkenin yetişmiş münevverleri vasıtasıyla mümkün olacaktır. Bu anlamda bu münevverlerin birer hazine olarak görülmesi sanıyorum mübalağalı bir ifade olmayacaktır.
Sayfalara Sığmayacak Bir Yaşam: Alev Alatlı
Ülkemiz geçtiğimiz günlerde çok önemli bir çerağını, hazinesini kaybetti: Alev Alatlı.
1944 yılında İzmir’de dünyaya gelen Alatlı, 2 Şubat 2024 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Hayatı boyunca muhteşem işlere imza atan Alev Alatlı sosyoloji, ilahiyat, edebiyat gibi birçok alanda çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarının birçoğunu kitaplaştırdı. Telif eserlerinin yanında çevirmenliğini yaptığı birçok eseri de bulunan Alatlı, Türkiye’nin aydınlık yüzlerinden biri olarak adlandırılabilir.
Batı’nın Gerçek Yüzünü Yazan Aydın
Alev Alatlı’yı tanımlayacak en güçlü cümlelerin başında şu gelir: Batı’ya dair bütün ezberleri bozan mütefekkir. Bu ifadenin büyüklüğünü anlamak için elbette Alatlı’nın eserlerini okumak, hayatına ve çalışmalarına vâkıf olmak gerekir. Ama onun şu ifadeleri de Alatlı’ya dair yaptığımız tanımlamanın doğru bir tespit olduğunun göstergesi olarak karşımızda duruyor: “Batılıların insanlık dışı tarih sayfalarından olan ve tarihlerinden silmek istedikleri sömürgecilik, maddi çıkar ve kibre dayanır. Bu iki anlayış, Batılıların dünyaya bakışlarını da içinde barındırır. Bu sebeple kendilerinden aşağı gördükleri ve hizmetli olarak kullanmak istedikleri insanları; sırf “siyah” tenli oldukları için köle olarak kullanan Batılılar, yüzyıllar boyunca müstemleke hâline getirdikleri topraklarda, yerin altını ve üstünü sömürerek kendi memleketlerini ihya edecek bir maddi çıkar da sağladılar.”
Manevi Değerlerin Onulmaz Savaşçısı
İnsan olmanın gerekliliklerini özellikle manevi değerler üzerinden yorumlayan Alatlı Aydınlanma Değil Merhamet adlı kitabında manevi değerlerle millet olma özelliğinin ilişkisinden bahseder ve “Bir ulusun manevi enerjisi tükenmişse o ulus çökmekten kurtulamaz.” der.
Manevi değerlerin ülkeleri ayakta tutan en önemli unsurların başında geldiğini, bu değerlerin ayaklar altında olduğu bir dönemde maddi anlamda bir güçlülük görünse de asıl olarak ciddi bir zayıflığın yaşandığını ifade etmiştir.
Despotizme Reddiye
Vefatının ardından bazı kesimlerce onun aydın veya entelektüel kimliğinin sorgulandığını gördüğümüzde zihnimizde beliren şu oluyor: Onların düşünce dünyasında Batı bir mihenk taşı, kabul odası hatta kırmızı çizgi olarak yer tuttuğundan Alev Alatlı’yı bir aydın olarak görmemeleri çok normal. Çünkü Alatlı, Türkiye’de Batı’nın yüzünü, bir anlamda foyasını ortaya çıkarmış, Batı’nın güdümünden çıkmayanlara derslerini vermiş, medeniyetimizin üzerinde kurulduğu değerleri gündeme taşımış ve bunu bulunduğu her ortamda korkusuzca dile getirmiş bir çerağdır.
Alev Alatlı, birçok alanda çalışma yapmış ve bu çalışmalarını ülke insanıyla buluşturmuştur. Bu anlamda bilhassa Alatlı’nın edebiyat alanındaki bazı eserlerine baktığımızda en dikkat çekici çalışmalarından birinin Aydın Despotizmi kitabı olduğunu görürüz. Latife Tekin’in Gece Dersleri kitabına yazılmış bir reddiye olarak Alev Alatlı da Aydın Despotizmi’ni kaleme almıştır. Bu kitabında ülkede kendisinden başkasına tahammülü olmayan bir kesimi kıyasıya, doğru verilerle eleştirmiştir. Hatta vefatından sonra kendisi hakkında söylenen olumsuz ifadelere âdeta toptan bir reddiye yazmış gibidir: “İstibdadın sadece belirli ve bilinen kurumların tekelinde olmadığına, Türk düşünce hayatında muhtelif köşe başlarında yerleşik aydınların ‘yeni’ye geçit vermeyen tekellerini ısrarla korumak gayreti içinde olduklarına, bu tutumun özgür düşünce filizlerinin hoyratça koparılması ile sonuçlandığına, gençlerin üzerinde neredeyse sınıfsal nitelikli bir baskı yarattığına inanıyor, Türk düşünce yaşamını ve edebiyatını vesayetleri altında tutmaya çalışan bütün müstebitlere karşı çıkılması gerektiğini savunuyorum.”