Suya sorsalardı, eminim o da bunu tercih ederdi: Elhamra’nın kızıl duvarlarından, zamanın içinde akmak... Bahçelerinden, kanallarından, havuzlarından yol almak... Yüzyıllar sonra bile, sarayı çepeçevre sarmalamış geometrinin sonsuzluğa açılan kapısını seyre koyulan ziyaretçilerin ayaklarının yanında, durmadan, ama hiç durmadan ileriye akmak... Sonsuz bir döngüye saydam bir güçle vurulan ilahi bir damga gibi...
Suyun ileri akan cesareti, Elhamra duvarlarında tekrarlanan “La galibe illallah” sözüne taşır insanı. Değil mi ki Allah’ın yarattığı dünyada, O’nun yarattığı insancıklardan birkaçı, bu duvarlara, kendi fâniliklerinin yanı sıra, bir şehrin, bir devletin, zamanın ve mekânın da sonluluğunu nakşetmiştir bu sözle: Allah’tan başka galip yok! Suyun da sahibi, pınarın da sahibi O. Akar giderken damlalar, bin dua, bin tevbe, bin değişimle yürür gider. Elhamra, suyun içerisinden akan zikirle, tek galibe boyun eğişin simgesidir aslında.
Sarayın sırtını verdiği ihtişamlı karlı dağların (Sierra Nevada) soğuk ikliminden çölden vaha doğurmaya doğru yolculuk eden su damlaları, bahçelerden, kapı kenarlarından, avlulardan geçerken, koca bir tarihi temizlemiş gibi akar durur. Sahi, yüzyıllar içerisinde her şey değişmiş, kalıcı olduğunu sanan düşmüş, yerine zafer kazandığını sanan ölmüş, işlemeler bile bakıma muhtaç hâle gelmiş ve fakat altı yüz senedir, değişimi, akışkanlığı kendi içerisinde barındıran su kalmıştır geriye. Bir anlamda, su gibi her an akmakta olanın haricinde, ayağını toprağa sağlam bastığını sanan kim varsa, zamanın çekip alan kuvvetine yenik düşmüştür. Ne veziri, ne sultanı, ne şairi, ne âlimi... Avluda on iki aslanın ağzından dökülen su, geçmişin izlerinin nasıl yıkandığını, ince ve sade bir dille ziyaretçilere anlatmaya çalışır.
Benim zihnimde su, değişkenliği ile karşı konulmaz gücü simgeleyen, önüne çekilen setlere izin vermeyecek denli sağlam yapısı ile de hem huzura açılan bir kapı hem de zamanın tükenişinin sembolüdür. Sanki bizi yaratan, bir kanaldan hızla geçen, durunca kirlenen, kıymeti bilinince temizleyen, hayat veren ve hayatta tutan damlalarla, kendi ezelîliğini anlatır bize. Bahçelerden damar damar yol alan bu akışkan ve semavi kuvvet, abdestte elleri, sesi ile de yürekleri temizlemesi umulandır. İçine aldığı pisliği ve günahları eriten ve önüne kendisinden daha kuvvetli olması umulan bir set çekildiğinde kirlenendir. Su, kaba sığmayan gücünü kapta tutmaya çalışan insanoğlunun elinde kıymeti bilinmeyen şifadır nihayetinde.
Sarayın bahçesinde yanı başınızda akan su, sizin hızınıza yetişmekle kalmaz; yakaladığınızı sandığınız vaktin ötesinde bir süratle önünüzden akar gider. Elbette her şey geçici olsa da suyun yıkadığı şu koca âlemde, geriye hoş bir sada kalması elindedir insanoğlunun. Allah’tan başka galip olmadığı gibi, uçan sözün bir de kalan yazısı vardır elbet. Fakat ne ilginçtir ki, ele avuca sığmadan akıp giden su, belki de bu döngünün en kalıcısıdır. Set çekildiğinde ve havuzda biriktirildiğinde kuruyan bu madde hem âlemi döndüren hem de hiçbir yerde kalamayandır. Belki de yol alarak hayatta kalışı ile temizler insanı. İşte tam da burada anlaşılır ki temizlenmeyen ruh, geçmişin çöplüğünde kararır gider. Günahlardan, pişmanlıklardan ve eski özlemlerden geriye kalan yakıcı acıyı söndürmek için Elhamra’da akan suya bakmalı insan. Bahçelerden yokuşu tırmanırken, yüzyıllar boyunca yanınızdan geçen atlıları, parşömenleri, şehrin teslim edilen anahtarını gören ve gördüğünü unutan bir su vardır. Hem “Ben de buradaydım!” diye haykırır hem de akar ve yolunu bulur. Kalpleri evirip çeviren Allah, içindeki kurumuş geçmişi de günahı da sudan alınacak ilhamla temizlemeyi tavsiye eder insana. Sen yaşadın cancağazım, bu senin seçimin, şu kıvrılan yol senin yolun. Kalbinde biriktirdiğin kara noktalar önünde set olmasın diye önce tövbe ile duvarları yık. Bak bu kanal senin yolun. Yolunu bulman için akmalısın. Durursan kirlenir, hiddetlenirsen taşar, kendini çekersen azalır, bitersin. Aziz demek, kutsal sayılan, değerli... Su gibi aziz olabilmek için, onun yolunu takip etmek, her an dingin ve fakat engeller önünde sebatkâr, her an tazelenen ve kendine düşeni temizleyen olmak gerek.
Suyun bendeki hikâyesi burada başlar. Elhamra’nın, geçiciliği haykıran heybetli gövdesinde, başınızı çevirmezseniz fark edemeyeceğiniz kadar dar kanallardan yüzyıllardır akan hem aynı hem de her an farklı su... Endülüs’ün hikâyesi ise Sierra Nevada’dan kilometrelerce öteye taşınması arzu edilmiş suyun hikâyesine benzer: İnşa edilen, emek verilen bir sanat vardır ortada. Bir de geçmiş zaman siluetleriyle Allah’tan başka galip olmadığına iman eden fâni Endülüslüler... Ne mutlu onlara ki hoş sadayı suyun sesi ile yakalamışlar. Onlar sonunda toprak oldular. Ve ne yazık bizlere ki suya bakıp da hâlâ geçici olduğumuzu göremeyen gözlerimiz var.