Kitap denilince aklımıza, iki kapak arasına toplanmış sayfalar bütünü gelmesi son derece doğal. Çocukluğumuzun ilk zamanlarından itibaren öyle öğrendik çünkü. Oysa kitaptan maksut bize bir şeyler öğreten kaynaksa kitap kavramının niteliğini genişletebiliriz. Tecrübeler kazanmamızı sağlayan deneyimlerimiz, farklı insanları tanıdığımız sokaklar ve daha nicesi... Onları da bir tür kitap sayabiliriz sanırım. Divan şairleri de benzer bir kanaatte.
Bir divan şairine göre, âşığın okuduğu yegâne kitap vardır; o da sevgilinin yüzüdür. Kaşlarını çatmasıyla, gülümsemesiyle, aydınlığıyla, tepkisizliğiyle sevgilinin yüzü; tıpkı bir kitap gibi nice anlamlara sahiptir. Kaşlar, kirpikler, gamzeler de harfe dönüşür: Elif harfi gibi kaş, ra harfi gibi gamze… Hatta “ben” bile nasibini alır bu benzetmeler zenginliğinden ve Arap alfabesindeki bazı harflerde bulunan noktaları temsil eder. Divan şiirindeki âşığın okuduğu kitabın en belirgin özelliği de aslında benden kaynaklanır: Sevgilinin yüzünde ben varsa âşık, harf-i nukud yani noktalı harflerin olduğu bir yazı okumuştur. Sevgilinin yüzünde ben yoksa okunan yazı da harf-i bi-nukud yani noktasız yazı olur. Mihri Hanım şöyle diyor:
Müşkilüm hall olmaz idi gûşe-i ders-hânede
İtmesem hüsnün kitâbından şehâ her bâr bahs
Beytin günümüz Türkçesiyle karşılığı şuna yakın: Ey sevgili! Şayet zora düştüğüm her durumda güzel yüzünün kitabından bahsetmesem, dershane köşesinde hiçbir sıkıntım çözüme ulaşmazdı.
Anlaşılan o ki Mihri Hanım, aşkı da eğitim alınan bir tür dershane kabul ediyor. Nihayetinde sabretmek, cefaya katlanmak, sineye çekmek, kibirden vazgeçebilmek öğrenildiğine göre aşkın da eğitici yönlerinin olduğunu söylemek pekâlâ mümkün. Ama şair burada, bir taraftan da şiir yazmak için başlıca gerekliliği anlatıyor: Divan şiirinin şiir anlayışına göre şair, sevgilinin yüzünün güzelliğini yetkin bir şekilde anlatabildiği oranda büyük şairdir.
Aslında âşık, yanakların sahifeye dönüştüğü bu kitapta ne okursa okusun içeriğine razı gibidir. Orada hakir görme, küçümseme, alay etme gibi anlamların hepsi olabilir. Fakat tüm bu olumsuz anlamlar aynı zamanda, sevgilinin aşığın farkında olduğu anlamına gelir. Fark edilmenin içinde de her ne olursa olsun umut daima bulunur. Divan şiiri âşığının asla okumak istemediği kitabın ne olduğuna, Taşlıcalı Yahya’ya ait şu beytin eşliğinde bakalım:
Aşk ile kendüden gider âşıka bir nidâ gelür
Yazısı yok kitâp okur âlim olur çıka gelür
Beyitte denildiğine göre, aşk ile kendinden geçen âşık bağırıp çağırmaya başlıyormuş. Derken yazısız kitabı okuyunca âlim oluyor yani susmasını, başını önüne eğmesini öğreniyormuş.
Ne kadar da evrensel ve güncel bir bakış açısı değil mi? Talep var işin içinde, kıskançlık var, muhtemel rakiplerine gözdağı verme amacı var. Oysa durumdan, talep edilenin henüz haberi yok. Âşık, sevgilinin karşısına çıktığında acı gerçekle yüzleşiyor. O yazısız kitap, o duygusuz yüz âşığa; sevgilinin talebe karşılık verme ihtimalini geç onun farkında bile olmadığını öğretiyor. Hâliyle haddini bilmesi gerektiğini anlıyor, bu da ona âlimlik payesi kazandırıyor. Sanırım Mihri Hanım’ın sözünü ettiği dershanede verilen derslerden biri de bu had meselesi oluyor.
Peki divan şairi cephesinden kitap, sadece sevgilinin yüzünden mi ibaret? Günümüzde bizim anladığımız anlamda kitapla haşır neşir olmuyorlar mıydı? Elbette oluyorlardı. İyi bir okur olmadan, bu denli zengin çağrışım alanlarının kapısını aralayacak dizeleri yazmanın mümkünü var mı?
Sözün bu kısmında Nedim’e ait şu beyti hatırlamadan geçemeyeceğim:
Her kim olursa söylerim etmem hicâb
Tevbe ettim kimseye vermem kitâb
Nedim’in o tertemiz Türkçesinden çıkmış bu beyti her okuduğumda muhakkak gülümserim. Bir dosta, tanıdığa veya öğrencilerimize ödünç kitap verme zorunda kaldığımızda hemen hepimiz aynı ikilemde kalıyor olmalıyız. O kitapla aramızda bir yaşanmışlık geçmiş. Kitaplık raflarımızda bulunmasıyla o yaşanmışlığı şimdiye taşınıyor. Öte yandan ödünç verdiğimizde büyük ihtimal unutulacak, geri gelmeyecek. Bir taraftan da hicap duyuyoruz, “Veremem” demeye utanıyoruz. Anlaşılan o ki, bir dönem Sadrazam İbrahim Paşa’nın kütüphane memurluğunu da yapmış olan Nedim, bu beyti yazıp ondan kitap isteyecek olanları önceden uyarmak istemiş. Kitap bahsinde son sözümüz, Latifi’den gelsin:
Her dem ehl-i dillerin yanında yârıdır kitâb
Mûnis-i evkâtı yâr-ı gam-küsârıdır kitâb
(Gönül ehli olanların en iyi dostu kitaptır; kitap, onların her anının arkadaşıdır ve sıkıntılarını alıp götürendir.)