BİR. Evliya Çelebi, 1611 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş ünlü bir seyyahtır. Yazdıklarından anladığımıza göre nüfuzlu bir ailede doğmuş olması ve hayatı boyunca geçim sıkıntısı yaşamaması onun daha özgür bir hayat sürmesini sağlamıştır. Asıl ismi Mehmet Zılli olan Evliya’nın dönemin önde gelen isimlerinden İmam-ı Sultani Evliya Mehmet Efendi’ye nispetle bu ismi aldığı kendi yazdığı metinlerde geçmektedir.
İKİ. Hayatının dönüm noktalarından biri şüphesiz rüya bahsidir. Bir gece rüyasında Hz. Peygamber’i görür ve ondan dua istemek için yanına yaklaştığında “Şefaat ya Resûlullah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resûlullah.” der:
“Ben de derhal Hazret-i Peygamber’in dest-i mübareklerini bûs ettim. Fakat heybetlerinden çok korkarak titredim. Kendilerine, ‘Şefaat ya Resûlullah!’ diyeceğim yerde, ‘Seyahat ya Resûlullah!’ deyiverdim. Cenab-ı Peygamber tebessüm ettiler. Seyahatlerimin hayırlı olması için ‘Fatiha’ dediler. Bundan sonra sıra ile ashabıkiramın ellerini birer birer öptüm. Cümlesi, ‘Seyyah-ı âlem ve ferid-i beni âdem ol!’ diye dua ettiler. Ben de Ahi Çelebi Camii’nden dışarı çıktım.”
ÜÇ. Hem gördüğü rüyanın etkisiyle hem de rüyasını yorumlayanların onda bıraktığı tesirle kabına sığmayan bir genç olarak ilk seyahatini Bursa’ya yapar. Bu seyahat kayıtlara göre 1640 yılına rastlamaktadır. Yaklaşık olarak 42 yıl sürecek ve en son Mısır’da nihayet bulacak delişmen bir ruhun, cengâver bir savaşçının, muhteşem bir hatibin tuttuğu notları her okuyuşumuz tıpkı onun hayatı gibi fantastik bir ömrün hararetli yansıması olmuştur.
DÖRT. Evliya Çelebi Seyahatname’si kabına ve kalıbına sığmayan bir külliyattır. Onu sınırlandırmak ve dar tanımlarla tanımlamak haksızlık olur. Çünkü Seyahatname sadece bir coğrafya kitabı değildir. Aynı zamanda büyük bir anlatı kitabıdır. Geniş coğrafyalara yayılan halkların içtimai hayatı hakkında bilgiler verir. Mutfak adabından, konuşma pratiklerine, savaş ahlakından, giyim kuşama kadar. Ömrü at sırtında geçen seyyahın, toplumsal hafıza kadar şehir hafızası bahsinde söyledikleri de dikkate değerdir. Şehri imar eden kültür yapısını görünen ve üzerinde mutabakat sağlanmış her bir eseri kendi görüş ve bakışına göre değerlendirir. Gezip gördüğü yerlerin hem o ânına hem de geçmişten aldığı ilhama odaklanır. Buradan bakınca, belki resmî bir belge olamayacaktır ancak bir tarih kitabı hüviyeti de giydirebiliriz yazdıklarına.
BEŞ. İlk seyahatini ailesinden gizleyerek yapan Evliya, dönüşünde babasının olan biten her şeyden haberdar olmasını şaşkınlık içinde dinler. Kalbinde ve zihninde hem anne hem de babasının yeri çok ayrıdır. Ancak o günden sonra babasına hürmeti daha çok artar. Bu kez onun rızasını alarak seyahat etmeye başlayacaktır. Her yolculuğunda babasının öğütlerini aklına getirir ve onları tekrarlar:
“Oğul, âdem yoksul olur, besmelesiz yemek yeme.
Elbisenin söküğünü üstünde dikme.
İyi adını kötüye takma.
Kötüye yoldaş olma, zararını çekersin.
Sen yürü ileri, gözüm, kalma geri.
Alay bozma. Tarlaya basma. Dostlar payına sarkma.
Bir şey komadığın yere el uzatma.
İki kişi söyleşirken dinleme.”
ALTI. Osmanlı, duraklama döneminde olmasına rağmen yönettiği topraklar çok geniş bir coğrafyaya yayılıyordu. Dolayısıyla Evliya Çelebi’nin Seyahatname’yi yazarken gittiği -ki bazı bölgelere birçok defa gitmiştir- bölgeler dönemin şartları düşünüldüğünde zahmetli yerlerdir. Buna rağmen yazdıklarından anladığımıza göre Evliya, sonsuz bir iştiyak ve heyecanla tüm olumsuzluklara ve zaman zaman zorlu şartlara rağmen gördüklerini yazmaktan geri durmamıştır. Dile hâkimiyeti, tasvir gücünün kudreti, mizahı ustalıkla kullanması, atmosfer oluşturabilmesi, tahkiye kabiliyeti Seyahatname’nin bugün hâlâ geçerliliğini korumasının en önemli yanlarından birkaçı olabilir.
YEDİ. Evliya Çelebi dile olan vukufiyetinin yanında hem iyi bir haritacı hem bir minyatür sanatçısı hem de modern tabirle söylersek damak zevki çok gelişmiş bir gurmedir. Çizim ve resme hayrandır. Nil Nehri boyunca gezip gördüğü tüm bölgeleri ayrıntılarıyla anlattığı bir harita bulunmaktadır. Bu harita Vatikan Kütüphanesindedir. Gittiği bölgelerin seçkin yemek kültürünü de aktarmakta mahirdir. Mesela hamsi için şunları söyler: “Bunu yemek Trabzonlulara mahsustur ki Trabzonlular kırk türlü yemeğini pişirirler. Tatlısı, böreği bile yapılır. Kebabı, çorbası, yahnisi, böreği, baklavası olur. Fakat pilaki derler bir çeşit tava yaparlar, çok lezzetlidir. Önce tertemiz ayıklayıp onar onar kamışa dizerler. Maydanoz, kereviz, soğan, pırasayı ince ince kıyıp tarçın ve karabiberle karıştırdıktan sonra pilaki tavasının içine bir kat hamsi ve bir kat bundan döşeyip su ve zeytinyağını üzerine dökerler. Bir saat kadar ateşte pişirdikten sonra yerler. Bu yemek, gerçekten güzel yemekleridir.”