Zamanın değişmesi için yelkovan akrebi beklerdi. Şimdilerde ise zaman hızlıca akıyor. Her şey hızla değişiyor ve birden anı oluyor sanki yaşadıklarımız.
Ders sonrası duraktaki bekleyişlerimiz ve bekleyişlerimize eşlik eden sohbetler de buna dâhildi, mezun olmamıza beş ay kalmıştı. Birlikte geçireceğimiz zamanlar azalmış, dersler uzamış ve hava kararmıştı. Tek başıma durakta bekleyişlerimin çoğaldığı bir zaman dilimindeydim, yokuş aşağı inerken fark ediyordum eksik bir şeyler olduğunu.
Bu düşüncelerle iç geçirirken yanaklarımı okşuyordu rüzgâr ve bir koku yüzüme çarpıyordu. Bu koku… Evet bu koku hanımeliydi. Koku bir anda tüm o düşüncelerimi alıp savurmuştu. Tuhaftı çünkü okul hayatım boyunca bu yokuşun her karışını neredeyse ezberlemiştim ama bir kere bile hanımeli kokusu almamıştım. Etrafa bakınırken çözmeye çalışıyordum, nereden geldiğini bu kokunun.
Koku buram buram gelmeye devam ederken yokuşu çoktan inmiş ve otobüse yetişmek için koşuyordum. Düşündüm. Yol boyunca, yurda varana kadar. En son ne zaman bu kadar derinden çekmiştim içime bu kokuyu ve en son ne zaman nefes olmuştu bana? Sahi en son ne zaman bir çiçeği nefes niyetine koklamıştım?
Çocukken bizim sokak hanımeli kokardı. Ne zaman hanımeli çiçeği açsa bu kokuya dalar hatta okula bile geç kaldığım zamanlar olurdu. Türkan teyzenin bahçe duvarının her yerini sarardı hanımelleri, tabii kokusu da tüm sokağı. Tek hanımellerini değil onu da çok severdik. Arkadaşımla sık sık yanına giderdik. Çok güzel Fransızca konuşurdu. Biz sorardık, o anlatırdı. Biz gülerdik, o daha çok anlatırdı. Kahkahalarımızın sesi sarardı avlusunu. Güldüğümüze bakmayın, hayran olurduk ona. Başka bir dünyadanmış gibi gelirdi. Zaman zaman dizine uzanır ve yıldızları seyrederdik o avluda. Birbirine çok yakın zannettiğimiz yıldızların aslında birbirine kilometrelerce uzak olduğunu bilmediğimiz zamanlardı. “En çok yıldızı hanginiz sayarsa ona şeker vereceğim.” derdi. Samanyolu bedevisi olurduk yine de bitiremezdik saymayı. Yarışın kaybedeni olmazdı. Sonunda ikimize de şeker verirdi Türkan teyze. Ama biz yine de her seferinde sayardık yıldızları. Şimdi gece yarısı göğe tırmanışlarım ve seher vakti aydan düşüşlerim var. Uzun zamandır yıldızları da saymıyorum ve Türkan teyzenin kapısının önünden ne zaman geçsem tebessümle birlikte hüzün sarıyor her yanımı.
Eksik çok şey var. Sokakta hanımeli olmayan duvarlar, çocuk seslerinin yükselmediği avlular, nasıl ve nerede oldukları bilinmeyen oyun arkadaşları ve saymakla bitmeyen yıldızlar…
*“Sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. Bu tat, Combray’da pazar sabahları Leonie halamın günaydın demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı.”
Bu köşe, Marcel Proust’un Geçmiş Zamanın Peşinde adlı eserinden ilhamla hazırlanmıştır.