İnşa etmek için inşa edilmek gerekir önce. Hz. Peygamber’i (sas.) Yüce Rabbi inşa etti. Ne muhteşem inşa! Kur’an ahlakıyla donattı onu, “Allah’ım! Yaratılışımı ve ahlakımı güzelleştir.” duasını izzet dergâhında kabul ederek. “O Kur’an’la, insanlık da onunla terbiye edildi!” sözü kitaplara ve kalplere yazıldı. İnsanlığın yarım kalmış bir ahlak serüveni vardı darmadağın olmuş. Yarımdı insan, tamamlanmaya ihtiyacı vardı. “Ben ancak ahlaki üstünlükleri tamamlamak için gönderildim.” diyen bir peygamberi beklemekteydi o.
Hz. Muhammed’in (sas.) son peygamber oluşu insan inşasında büyük ve ağır bir sorumluluk yüklemişti ona. Peygamberlik müessesinde verilecek son ders, insanın insan olmadaki son şansıydı onun risaleti. Din muameledir, diyerek marifet bayrağını açtı Nebi. Güzel ahlaktan yoksun bir ritüeller yumağı değildi din, güzel ahlakla tamamlanan bir kulluk şöleniydi. Bu yüzden ilmek ilmek dokunması gerekiyordu insanın. Kötü insan olmaması kurtarmıyordu şahsiyetini, kötülüğü dahi iyilikle savması bekleniyordu ondan.
Kur’an ahlakı, olumsuz davranışlara bile güzel ahlakla cevap vermeyi salık veriyordu. Ezber bozan bir davranış biçimiydi bu. İnsanlara yaptıkları yanlıştan dönmeleri için tanınan bir kurtuluş fırsatı: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman göreceksin ki seninle aranda düşmanlık bulunan kimse sıcak bir dost oluvermiş!” Ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber (sas.) de bu buyruğu bir hadis-i şerifle perçinledi: “Seni mahrum edene ihsanda bulun, sana zulmedeni affet, sana uğramayanın ziyaretine git!”
Peygamberlerden sonra insanların en erdemlileri sahabilerdir. Yeniden İnsanlık Okulu’nun ilk talebeleridir onlar. Yeniden insanlık, çünkü Son Peygamber’den önceki peygamberlerin insanlığa getirdiği kitaplar tahrif edilmiş, ilahi ölçülerle oynanmış, hak dinler insan ihtiraslarına kurban edilmişti. Önce insan olmayı öğreneceklerdi ondan, temel insani değerlere sahip olmadan Müslüman olmak mümkün değildi çünkü. Kur’an’daki “Ey insanlar!” ve “Ey müminler” hitapları, ilk basamağın insan, ikinci basamağın iman olduğuna işaret etmekteydi yükseliş merdiveninin.
Hz. Peygamber’le (sas.) sohbet bütün sohbetlerin üstünde bir terbiye platformudur. Siret, yol, hareket, gidiş, hâl, davranış ve iradedir. Sahabiler, Hz. Peygamber’in örnek insanlığını izlemek ve gelecek nesillere aktarmak göreviyle mükellef olduklarından bütün Müslümanların sevaplarında -onlarınki eksilmeksizin- hisse sahibidirler. Hz. Peygamber’e mümin olarak erişen ve Müslüman olarak ölen kimselerdir sahabiler. Kur’an, “insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet” olarak tanıtıyor onları. Ortaya çıkarılmanın yani inşa edilmenin nasıl olduğunu ise bir başka ayet-i kerimeden öğreniyoruz: “Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun.”
Veda haccına katılan Müslümanların sayısının yüz bini aştığını dikkate aldığımızda Hz. Peygamber’in (sas.) insanlık okulunun azameti karşısında hayranlık duymamak elde değildir. Zira Hz. Peygamber insan inşasında tek bir model önermemiş, her sahabiyi kendi mizacı içinde terbiye ederek karakter zenginliğinin bir insanlık mirası olduğunu göstermiştir. Bu yüzden yol arkadaşları Hz. Peygamber’i (sas.) örnek alsalar da bütünüyle birbirlerine benzemezler. Güneş her aynadan fıtratı ve kabiliyeti ölçüsünde yansır. Onların peygamber okulundaki eğitimleri de kişisel özellikleri dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Zengin bir tacir olan Abdurrahman b. Avf malıyla, şiiriyle ve sözüyle kabul gören Kaab b. Malik ümmetin suskunluğuyla, kahramanlığı nam salan Talha b. Ubeydullah sakat kalan eliyle vermiştir sınavını.
Nefes alışından adım atışına, yemek yiyişinden gülümseyişine kadar her hareketinin insanlık binasında bir tuğla olduğu örnek insandır Hz. Peygamber. Tek bir sözü ümitsizliğe çözüm, tek bir davranışı anlaşmazlıklara hakem olabilecek kudrettedir. Sözü tesirlidir çünkü sözleriyle hareketleri arasında tam bir uyum vardır. Onu tanıyanlar peygamberliğine iman etmeseler bile güven duymuşlardır bu çelişkisiz şahsiyete.
“Âlemlere rahmet” oluşunu bu “örneklik” bağlamında ele almak rahmetin yeni bir boyutunu fark ettirecektir bize. İdollerin ve ikonların arkasında sürüklenen ruhlar bir anda yanlış ayak izlerine bastıklarını görüp insanlığın Son Rehber’ine yönelecektir. Ona tabi olmak Hacerü’l- Esved’in konulduğu örtünün bir ucundan tutmaktır çünkü. Şuursuz bir takipçi değil hakikatin bir parçası olmak… Hz. Muhammed (sas.), hakikati yükseltme onurunu cömertçe paylaşmaktadır ümmetiyle. Hacerü’l- Esved insan binasının cennet taşıdır, ait olduğu yere el birliğiyle konulması gereken.
El birliğiyle evet, muhabbete ihtiyacı vardır kardeşliğin. “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız,” harcı bu tuğlaların arasındaki yapıştırıcıdır. Binanın sağlamlığı muhabbetin derecesine bağlıdır. “Sizin en hayırlınız, insanlara en çok yararı dokunandır.”, “Sizden biriniz kendisi için arzu ettiğini diğer insanlar için de arzu etmedikçe inançlı sayılmaz.” hadisi şerifleri insanı insana, insanı kaybettiği kimliğine çağırmaktadır. Zira muhabbet kendiliğinden hasıl olmaz, vesilelere ihtiyacı vardır. Hz. Peygamber, selamlaşmayı ve hediyeleşmeyi teşvik eder bu yüzden. Hayatın her safhasında bir muhabbet ocağı yakabilmek için, “Hastayı ziyaret edin, açı doyurun, esiri kurtarın”, der.
Onun insana ve insan onuruna verdiği önem, ne kadar günahkâr olursa olsun insanı savunuşu zayıfı kuvvetli önünde koruması, kardeşlik kalesinin müdafaası içindir. Fakat kale surlarıyla sakinlerini muhafaza eder de sakinleri arasındaki çatışma yüzünden surlarını muhafaza edemeyebilir. Bütün zamanların göz ardı edilen pandemisidir “küçümseme”. Hz. Peygamber (sas.) insan inşasında bu hastalığın üstlendiği yıkıcı rolü dikkate alarak “Bir insanı küçümsemek günah olarak yeter.” buyurmuştur. İnsan insanı küçümsüyorsa kale tehlikede demektir.
Küçümsemenin arkasında kibir vardır. Bu yüzden İslam’ın en büyük savaşı kibirledir. “Kalbinde zerre kadar kibir taşıyan kimse cennete giremez.” buyruğu bu tehlikenin görkemli ve dehşetli uyarısıdır. Cenneti kaybettikten sonra neyi kazanacak insan? Bu tehlikeyi gören Hz. Peygamber (sas.), ömrü boyunca söz ve davranışlarıyla kibirden nasıl uzak kalınabileceğini göstermiştir ashabına: “O ayakkabısını diker, elbisesini yamar ve hanımına ev işlerinde yardım eder.”
Yürüyüşü, Kur’an’ın tavsiyesine uygun bir yürüyüştür: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin ne de dağlara boyca ulaşabilirsin.” Oturuşu, tevazuun somutlaştığı bir oturuş: “Mecliste oturduğu yer, sahabilerinin oturduğu yerden farklı değildir. Çünkü meclise girdiğinde nerede boş yer bulursa oraya oturur.” Gülümsemesi insan sıcaklığını hissettirir muhataplarına, soğuk hükümdar gölgesini değil. Güldüğü de olur ara sıra, inci dişlerini ve insan olduğunu gösteren. Ashabını dikkatle dinler, kendisini onlardan biri sayar, değerli olduklarını hissettirir onlara. Helal olan hiçbir yemeği eleştirmez, yemeğe başlarken besmele çekerek nimetin mutlak sahibini hatırlatır, yoksullarla aynı sofraya oturur. Kimsenin, önünde titremesine gerek yoktur. Nihayet “kurutulmuş et yiyen bir kadının oğlu”dur o. Elbiselerinin çoğu beyaz ve abartısızdır. “Ben bir kulum, kulun giydiği gibi giyiniyorum.” der.
Hz. Peygamber (sas.) kibirden korunmanın yollarını gösteriyordu hayat tarzıyla. Bu, insan inşasının teorik değil tecrübe edilmiş hâliydi.
Peygamber Efendimiz (sas.) önce hâl diliyle sahabileri yoğuruyor, sonra bir mücevher gibi yontuyordu tek tek onları. Din, insanların üzerinde hâkimiyet kurma aracı değil birlikte insanca yaşamanın ölçülerini veren ilahi bir adalet sistemiydi çünkü. Adalet yalnız cezayla değil yeri gelince afla ihya olurdu.
O hâlde affetmeyi öğrenmeliydi insan. Taif dönüşü taşlanırken, “Onları affet yarabbi! Ne yaptıklarını bilmiyorlar.” diyen Hz. Peygamber, merhametin ve sabrın anahtarlarını gösteriyordu bize. İnsanların sorumluluğu ancak hakikatle tanışmalarıyla başlardı. Müslümanlara düşen, bilgilendirmek yani tebliğdi. Şartlar tebliği imkânsız kılıyorsa suhuletle uzaklaşılacaktı cehalet bölgesinden: “Rahmân’ın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, ‘selam’ deyip geçen kullardır.”
Hz. Peygamber (sas.) erdemli insanı inşa etmeye çalıştı hep. Erdemin merkezinde ise merhamet vardı. Modern zamanların güç sahipleri, hür insanlara, “Hepiniz tutsağımsınız!” diye gürlerken, Mekke’nin fethinde kendisine yıllarca eziyet edenlere, “hepiniz serbestsiniz” demişti O. Evet kısas da adaletin bir yansıma biçimiydi. Yeri geldiğinde savaşmak da Müslümanın hakkı. Ancak hakikatle insan arasındaki engelin kaldırılması için savaşmıştı Hz. Peygamber. “Ben rahmet peygamberiyim!” diyen de oydu “Büyük savaşlar peygamberiyim!” diyen de. Bu iki cümle arasında bir çelişkiden söz edilemezdi. Bir insanın incitilmesine, bir ağaç dalının kırılmasına, bir kedinin aç bırakılmasına razı olmayan Hz. Peygamber, zulmün dünyaya hâkim olmasına rıza gösteremezdi.
Onun bir kuşun arkasına düşüp avladığını hiç kimse görmüş değil fakat kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gittiğini bütün dünya biliyor. Çocuklara değer veriyor çünkü. Sevilen ve değer gören çocukların şahsiyet sahibi olacaklarını düşünerek insan inşasına çocuklardan başlıyor. Onlara sevecekleri künyeler/lakaplar armağan ediyor Son Peygamber. Torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, “dünyadaki iki reyhan”ıdır artık onun.
Çocuklarla karşılaştığında selam veren, nasıl olduklarını soran, konuşurken seviyelerine inen Hz. Peygamber (sas.) eşyalarına da isim vererek varlıklarını değerli kılmıştı. Sancağının adı “Ukab”, kılıçlarının adları, “Zülfikar”, “Resûb” ve “Kadîb”di. Yayının adı “Ketûm”, sadağının adı “Kâfûr”, devesinin adı “Kusvâ”ydı. Canlı cansız bütün varlıkların kardeşliğiydi İslam.
Hz. Peygamber’in insan inşası devam ediyor. Onun örnek hayatı ve sözleri yeni Müslüman şahsiyetlerle buluşturuyor yeryüzünü. İnsan ruhunu ve toplumu kucaklayan seçkin ve özendirici noktalarıyla Hz. Muhammed’in (sas.) anlatılması; gerçeğin benimsetilmesi, sevdirilmesi bakımından hayati önem taşıyor. Siret ve hadis-i şerif okumalarını bu anlamda manevi yenilenme fırsatları olarak görebilir, peygamber sevgisiyle dirilişimizi başlatabiliriz.