Önce kişisel bir anı. 17, bilemediniz 18 yaşındayım. Ankara’da öğrenciyim. Bir gün Kızılay’da dolaşırken bir dernek tabelası dikkatimi çekti. Türkiye Yazarlar Birliği. İçe kapanık ve insanlarla kolay diyalog kuramayan biri olduğum hâlde içimden gelen sesi dinledim ve hemen binaya girip zile bastım. Kapıyı açan kişiye “Ben yazar olmak istiyorum. O yüzden geldim.” dedim. Kapıyı açan beyefendi beni içeri buyur etti. Girdim ve tanıştık. D. Mehmet Doğan’dı bana kapıyı açan kişi. O günden sonra sık sık Türkiye Yazarlar Birliği’ne gittim. Mehmet Doğan bana, aklı bir karış havada bir genç gibi değil bir yazar gibi davrandı ve ben aradan geçen otuz beş yılda onun bana sadece Türkiye Yazarlar Birliği’nin değil yazarlığın kapısını açtığı düşüncesinde oldum.
Ancak bu yazı kişisel bir anılar silsilesi değil. Zaten D. Mehmet Doğan’ın açtığı kapılardan en önemsizi bana açtığı. Türkiye Yazarlar Birliği’nin kurulmasına, Türkiye Yazarlar Birliği Ödülleri’nin kökleşmesine, Türk dünyası şiir şölenlerinin düzenlenmesine öncülük etti. Türkiye Yazarlar Birliği yıllıklarına, çeşitli bilgi şölenlerine, kongrelere, yazarlar okuluna emek verdi. Bunların her biri pek çok insan için birer kapıdan başka ne idi?
Pek çok kitaba imza attı Mehmet Doğan. Her kitabına bir kapı gözüyle bakabiliriz. Mesela Büyük Türkçe Sözlüğü bir külliyenin taç kapısı gibidir. Eserlerini bir külliyenin unsurları olarak görürsek daha pek çok kapı buluruz Doğan’ın yazdıklarında. Mesela iki kapıdan bakabiliriz o külliyeye. İlk defa 1975’te yayınlanan ve tekrar tekrar yayınlanan Batılılaşma İhaneti’ne göz atabiliriz.
Batılılılaşma da deseniz, Kemal Tahir’in imlasını benimseyip Batılaşmayı da tercih etseniz, sebep değişmiyor. Bu ideoloji, Türkiye’ye mağlubiyetlerin önünü almak için monte edilmiş ama bir yandan da bu ülkede yaşanan mağlubiyetlerden sonra kabullenilmek zorunda olunan ve yeni mağlubiyetlerden üreten mekanizmaların tahkim edilmesinde kullanılmıştır. Osmanlı Devleti için bir “var kalma” savaşı olarak başlayan Batılılaşma projesi bize, daha sonra Osmanlıyı geçmişimizden silebileceğini, sıfırdan yeni bir kimlik üretilebileceğini sonra da zihnimize monte edilebileceğini zannedenlerin taktığı at gözlüklerini kazandırmıştır.
Bu at gözlüklerinin bize nasıl takıldığını Edward Said, oryantalizm kavramı çerçevesi içinde şöyle tarif eder: “Oryantalizm Avrupa’nın Doğu hakkında bir uydurması değil bilinçle vücuda getirilmiş ve nesiller boyu hatırı sayılır yatırımlara konu olmuş bir teori ve pratik bütünüdür.” Bu yatırımları kendi eliyle yapmış bir ülkede yaşıyoruz. Cemil Meriç Türkiye’de aydının “Tercüme Odası”ndan çıktığını söyler. Ancak şöyle bir geriye bakınca Türkiye’de aydının “Tercüme Odası”ndan bir türlü çıkamadığını, orayı daimi meskeni hâline getirdiğini söylemek de mümkündür.
Taşkın Takış’ın Kurtuluş Kayalı’yı anlatırken anlattıkları sanıyorum ki mağlubiyet ideolojisinin menşeini ve çerçevesini de ortaya koymakta: “Kurtuluş Kayalı’ya göre, Türkiye’nin kendi düşünce dünyası hakkında yazılanlara hiç dikkat edilmemektedir. Belli başlı okumalar bir ezber üzerinden yapılmaktadır. Örneğin, Cumhuriyet’in modernleşmesine dair yazılmış bir makalede Bernard Lewis ve E. J. Zürcher’in isimlerine sık sık rastlarız da Doğan Avcıoğlu’nun, Kemal Tahir’in veya Baykan Sezer’in isimlerini ıskalarız. Modernleşme hikâyesinde Niyazi Berkes’in, Şerif Mardin’in en bilinen görüşlerine yer verilir ancak yeni çalışmalar ışığında bu kaynakların nasıl kullanılacağı akla gelmemektedir. Kendi başına bağımsız bir keşif uğraşısı ve merakı yoktur. Türkçe yazılmış metinler neredeyse önemsenmemektedir.” Esasen mağlubiyet ideolojisi, yerli oryantalist üretim çiftliğinden başka bir şey değildir. İlköğretimden üniversitelere tekrarlana tekrarlana ezberlenen, bilim kisvesi altında çoğaltılan mağlubiyet ideolojisi ile hareket ediyoruz. Bu da Türkiye’nin büyümek için kullanması gereken enerjisini ve kaynaklarını, kendini iç ve dış düşmanlarının yok etmesi tehlikesine karşı teyakkuzda durmak için harcamasına sebep oluyor. Nitekim iç düşman tehdidinin ön planda tutulduğu her fiilin arkasında yabancılaştırılmış yerli eller aracılığıyla üretilen mağlubiyet ideolojisinin lojistik desteğine rastlamak hiç de şaşırtıcı değildir.
D. Mehmet Doğan, ilk kez 1975’te yayınlanan ve getirdiği ses ile kuşakları etkileyen ilk kitabı Batılılaşma İhaneti’nden sonra 2007’de çıkan Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu ile aynı konuya çok daha farklı cephelerden bakarken, köprünün altından onca su geçerken değişenlerin ve değişmeyenlerin envanterini de tutmuş oluyor. “Türkiye’nin Batı kompleksinin aşılmasına ramak kalmıştır.” diyen D. Mehmet Doğan’ın sözleri her cepheden tartışılmayı bekliyor.