Bir Cömertlik Manifestosu

Ebukebeys’in eteklerinde şiddet ve zulüm kol geziyordu şimdi. Her köşebaşında sert ve küstah bir bakış, dimdik ve acımasız bir duruş saklanıyordu. Güneş daha mı sıcak estiriyordu rüzgârı yoksa rahmete gönlünü kapatmış insanın kızgın ve öfkeli ateşi mi harlıyordu onu? Nur Dağı’ndan yükselen bir rahmet ise ferahlık veren bir esintiyi müjdeliyordu hakikate kapanmış kalplere.Karanlığa esir olana, kendini kendi zindanına mahkûm edene yardım edilebilir miydi? Bu çıkmazı; yolda olmak, şerefli bir mesajı aktaran bir yolcu olmak mı çözerdi ya da hakikat yolcusunun hissesine düşen sadece anlatmak mıydı? Bu gayretle adaletsizliğin meşru ve haklı görüldüğü sokaklara, vicdanlarının hassas terazisini yitirmişlere doğru bir ses yükseliyordu nihayet. Merhamet ve adaletin çağrısına ses olmuştu gönlü birbirlerine sımsıkı bağlı olan bir grup Müslüman.

Yüzünü inatla zulme odaklamışlara meydan okuyan müminlerin bakışları başka bir yöne doğru uzandı bir müddet sonra. Saba rüzgârı özel misafirlerini ağırlamanın heyecanını taşıyordu ensarın cömert evlerine. İman ve teslimiyetiyle kalbini Allah Resulü’ne yurt yapma niyetinde olan ensardan bir çağrı yükseliyordu Mekke’nin kurumaya yüz tutmuş vadisine. İnsanı gibi cömert ve bereketli sularıyla, gönlü yorgun ama azimle dolu bir kıyamın yolcularını gölgesinde ferahlatacak hurma bahçeleriyle meşhur Medine...

Bir bütünün ayrılmaz parçaları olmayı öğreniyordu Müslümanlar. Ensar, kuşatıyordu merhametiyle, kucaklıyordu yardımıyla, paylaşıyordu cömertliğiyle elindekini. Bu cömert insanların önde gelenlerinden biri, Ebu Talha el-Ensari. Mümin kardeşini kendi nefsine öncelemenin, cömertliğin en asil mertebesinin, başı fedakârlık sonu Allah’ın vaadine kavuşma olan seçkin bir yolun, isarın güzel bir örneği Ebu Talha... Hz. Peygamber’in, “dayı” diye iltifat edecek, evine ziyarete gittiğinde öğlen uykusuna yatacak kadar yakın gördüğü sahabi... Sadece Allah Resulü’nü değil ashabını da ağırlayabilecek kadar bereketli bir sofranın cömert sahibi, babası...

Cömertlik ve muhabbetin mekân bulduğu, karar kıldığı bir gönlün sahibiydi artık Ebu Talha. Allah ve Resulü’ne muhabbetle, onların istek ve emirlerine teslimiyetle geçen bir ömrün kahramanı... Uhud Gazvesi’nde, kalkanı ile vücudunu Hz. Peygamber’e siper edecek bir cesareti perçinliyordu bu muhabbet ve bağlılık. Düşman kuvvetleri üzerine ok yağdırırken şahitlik ediyordu yer ve gök Ebu Talha’nın yiğitliğine. Onun attığı okların isabet ettiği hedefi görmek için Hz. Peygamber ayağa her kalktığında ona şöyle sesleniyordu Ebu Talha: “Ya Resulullah, ne olur kendini gösterme! Bir uğursuz düşman okunun sana isabet etmesinden korkarım. İşte göğsüm senin göğsüne siperdir.” Tarih kayıt düşüyordu Uhud’un eteklerinde bir ana; Ebu Talha’nın Resulullah’ı korumak için yaralanan eline, gazilik mertebesiyle erişeceği mükâfata. Bencillikle, sahip olma hırsıyla insanlık mefhumunun zemine çakıldığı bir dönemi; cömertçe paylaşmak, muhabbetle bağlanmak, sadakatle sevmek erdemleriyle hak ettiği yere yükseltiyordu isarı insanlık tarihine resmedenler. Bu resmin en güzel parçası oluyordu Ebu Talha; cömertlikte, ilahi emre itaatte zirveyi gösteren bir örnekle. Beyruha’yı feda etme isteğiyle...

Beyruha ki içindeki tatlı suları, hurma ağaçlarının gölgesi ama en önemlisi Hz. Peygamber ziyaret ettiği, tatlı sularından içtiği için Ebu Talha’nın en sevdiği bahçe... Ve bir ayet, hiçbir zaman ve şartta değişmeyip sabit kalan, odaklanmaya değer olan sevginin- muhabbetullahın onun nezdindeki önemini göstermesi için fırsat sunuyordu Ebu Talha’ya: “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz...” (Âl-i İmrân, 3/92) İnfakı, paylaşmayı ve hakiki iyiliğe erişme çabasını vurgulayan bu ayetle birlikte Ebu Talha’nın yüreği doludizgin atlarla koşuyordu, ipekten kanatlarla süzülüyordu onu iyiliğe ulaştıran salih bir amele. “En sevdiğim mülküm Beyruha’dır. O, Allah yolunda sadakadır. Allah katında onun sevabını ve ahiret için biriken azığım olmasını dilerim. Ey Allah’ın Resulü, onu Allah’ın sana işaret buyurduğu yerde kullan!” sözleriyle zaman ve mekânda silinmez bir iz bırakıyordu, asırlara, paylaşmanın, Allah yolunda infakın tarifini fısıldıyordu Ebu Talha’nın kelimeleri. Allah Resulü; hece hece anlattığı, ilmek ilmek işlediği, zafer için dua dua yalvardığı ilahi davetin karşılığını görmenin sevinciyle “Bu ne kârlı bir maldır! Bu ne kârlı bir maldır!” diyor, sonra bahçeyi onun akrabalarından fakir olan Hassan b. Sabit ve Übey b. Ka’b’a vermesini istiyordu.

İnsan olmanın sahip olmaktan, hırs ve tutkuyla sahip çıkmaktan öte, paylaştıkça anlam bulduğu inancının izlerini sürenler bir köşebaşında Ebu Talha’ya rastlıyordu artık. İnfakın, sevilen için sevdiği tüm şeylerden vazgeçebilenlere mahsus bir nasip olduğunu kayıt tutanların arşivi Ebu Talha’ya şahitlik ediyordu. Şimdi zamana soruyordu insan: Sen değiştikçe değişen ve dönüşen âlem ve ben, biz ve siz; yitirdiğimiz hangi hazineyi bulur, açtığımız hangi yaraya merhem oluruz Ebu Talha’nın izini sürsek?