Issızlığa Tutunmak

Gecenin sessizliği henüz ruhlara dokunmadan, yeni bir hayat inşa eder gibi ıssız köşelere yerleşmeyi tercih etmen seni ele veriyor. Zamanın çetrefilli aralıklarına kendini bırakıp yanı başımdaki kayalıklara sığınıyor olman da. Her şeyi yer ile yeksan edecekmiş gibi dönüp duran rüzgârın çelimsiz bacaklarında bıraktığı savrulmalar bir tarafa, ayaklarına yer yer batan taşların ruhunda da etkili izlere sebep olduğu ne kadar da belli. Ayın gölgeleri göstermediği gecelerde dahi, gözlerinden içeri girenlerin bulacakları yalnızlık arzusundan başka bir şey değil.

Bazen bitmek bilmeyen özleyişlerin ardından umudunu yitirmeye meylettiğini biliyorum. Ne kadar acı varsa sanki sana ait. Üstelik üzerine ağ gibi gerilen bir yapışkan geçimsizlik bırakmıyor yakanı. Kendinle sonu gelmeyen bir oyun oynamış oluyorsun. İnan ki kazanman da kaybetmen de bir şeyi değiştirmez, ikisi de aynı kapıya çıkar; gökyüzüne karanlıklar çekilir, duvarlara renksiz örtüler asılır, yollara kırık camlar atılır, bütün çıkışlar kapatılır yüzüne. Uzayıp genişleyen yaşanmışlıklar, gecenin tenhalığında ses etmeden küçük kalıntılarla sana ulaşır ve seni ağır ağır işgale uğratır.

Genzinde dünya tozuyla bedenini örtmeye uğraşırsın. Örtüne sarıldıkça karabulutların dağılacağını düşünürsün. Ama öyle olmaz. Bunları ben de annem öldüğünde öğrenmiştim. Ölümün bütün iddialardan daha inandırıcı olduğunu annem son nefesini verdiğinde öğretmişti bana. Ölümün karşısında herkes eşitmiş meğer. Acının kendini gizlediğini, hüzünlü sesini gecelere bıraktığını insan kaybettiğinde anlıyor.

Hem bir kere kaybetmeye gör, bundan böyle sonu gelmez sanıyorsun. Tuhaf bir şekilde gün gün eksiliyorsun. Kendine ait dünyanın sınırları dahi yok oluyor. Hangi kul bu eksilmeler, terk edilmeler karşısında sığınmanın sıcaklığını hissetmez ki? Bunlar anlaşılmayacak şeyler değil.

Bu eskimiş yurtların kucağında kendini huzurlu hissetmen ise dünya seyrini tamamlamış dervişlerin zikirlerini hatırlatıyor bana. Ayaklarımıza dolanan dünyalıkların çekiciliğini şüphesiz yitirdiği bu yurtlarda şimdilik kararıp düşmeyen yıldızları seyretmenin, “Hayatın anlamı ölmektir.” diyen babanı hatırlattığı gibi. “Herkes geceden nasipli değildir.” demişti sakalını sıvazlarken. Ömrümüze bahar serinliğinde yerleşen başka bir insan sözü işitmiş miydik bilemiyorum.

Rüzgâr estiğinde kendini göğün haşmetine bırakıyor, dualarla bezeniyorsun. Yağmur yağdığında çiçeklere dokunuyor, yüreğini sonsuz ufuklara uçuruyorsun. Dağ yamaçlarına ağıtlar gönderiyor, kederini serin sulara salıyorsun. Bir örümcek ağına tutunur gibi yaşamayı arzuluyorsun ve insanı bahtiyar kılan ne varsa onlardan kaçıyorsun.

Gözlerinde ise yeni açmaya durmuş bir gül goncasının koparıldıktan sonra gökyüzüne veda eden bakışları var. Kalbinin en zayıf yerinde bir fırtınanın yavaş yavaş seni kuşattığını görebiliyorum. Dilini sükûta erdirmenden, annenin dualı eliyle yüzünü okşamasını hatırladığın zamanlarda dudaklarını gevşetmenden, en çok da zamanın en tenha yanına sığınmandan… Tüm bunlardan başka ne anlayabilirim ki?

Burada üzerine yapıştırdığın ıssızlık birçok insanın canını fena yakıyor. Çocuklarımız mesela. Harap olmuş bir gönülden dökülen kırpık heceler gibi her biri. Yaşanmışlıkları daracık zamana sığdırıp terk edildikleri garipliğe bir türlü alışamadılar. Her Allah’ın günü ömrünü tamamlamış öykülere sarılarak kucağına bırakıldığım toprağımdan yeni öyküler devşirmen de onlara acı veriyor. Başka düşüncelerin yamaçlarında dolaşarak anıları aydan, yıldızlardan, ağaçlardan, dağlardan, tepelerden, şehrin yükseklere dayanmış en uzak tarafındaki bu ihtişamlı mekândan ve yuvamızdan sıyırarak parça parça göğe asman ve sürekli o yöne bakarak mırıldanman onları korkutmuyor değil.

Bu mayalanmış sebeplerin insanın eksikliğini cesurca yüzüne vuran bir tarafı var. Keşke bunu önceden görebilseydim diyorum. Her mevsimin beyaz güllerle hayatın dört bir yanına sızdığını fark edebilseydim. O zaman gökyüzünde maviliğin hiç kışı olmadığını bilebilirdim ve sonsuz bir baharın kollarında serpilerek toprağın varlığını alenen hissettiğimi dile getirebilirdim. Beraber geçirdiğimiz mesut bir ömrü geç de olsa anlatmaya belki de kâfi gelecek güzel cümleler kurabilirdim. Seni mutlu edecek sözler sarf edebilirdim.

Bütün şikâyetlere acı bir gülümsemeyle cevap veren bu derin mekânın zorunlu misafiriyken söylüyorum bunları. Zamanın çare olan yanına sığınarak söylüyorum. Bu görkemli göğün altında ikimize ait ülkenin yıldızlarını seyre koyulmuş olarak söylüyorum.