Sarıyer’de Ihlamur Esintisi

Mevsimlerin insanın ruh hâli üzerine tesiri olduğunu az çok hepimiz biliriz. Kış mevsiminin kasvetli havalarının galebe çaldığı günlerde ilkbahar ve yaz mevsiminin ışıltılı günlerini iple çekeriz. Işıyan gökyüzü, canlanan tabiat pek çoğumuzu sokaklara davet eder, kışa nispetle daha neşeli ve coşkulu oluveririz.

Yaz sıcaklarının kendini hissettirdiği haziranın son günüydü... Aradan geçen uzun yılların özlemiyle öğrencilik döneminde kaldığım Sarıyer’e kadar uzandım. Sahilde, mavi göğün altında dalgaların şapırtısını duya duya uzun bir yürüyüşün asudeliğine kapıldım. Her adımda başka bir coşkuyu yaşadım, içim açıldı. Hem kendimi hem etrafı dinlemek için bir banka oturdum. Üstümde kocaman, berrak bir gökyüzü, önümde uzanan pırıl pırıl bir deniz… Kıyıda oltasını denize atanlar sabırla denizden çıkacak nasiplerini bekliyorlardı. Yalnızca yüzümü okşayan rüzgârın ve çalkalanan denizin sesi duyuluyordu. Denizin mavisi su yeşiline çalıyor, güneş bir define ışıltısıyla dalgaların üzerine dökülerek sessiz bir gösteri sunuyordu. Gökyüzünde top top bulutlar bembeyazdı. Havada latif bir esinti dolaşıyor, hemen önümde alabildiğine uzanan deniz hafiften kımıldıyordu. Kıyıya bağlı tekneler sakin denizin mavi suları üstünde aheste aheste salınıyor, sandallar akıntıya kapılmamak için kıyıdan kıyıdan geçiyorlardı. Bir masal kitabının resimlerine bakıyordum sanki. Uzun zamandır zihnimde solgun bir kartpostala dönüşen Sarıyer, tıpkı eski günlerde olduğu gibi capcanlıydı. Her şey güzeldi ve yerli yerinde duruyordu. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pullu olan bu şehre vurgundum ben de. İkide bir denizin titreyen maviliğine bakmaktan alamıyordum kendimi. Küçük dalgalar Boğaz’ın diğer sahiline ulaşmak istercesine neşeyle birbiriyle yarışıyor, güneş karşı yakadaki camlara daha kızıl vuruyor, renk ve ışık oyunlarıyla bir şehrayine dönüşüyordu. İki yanı yeşil tepelerle kaplı Boğaz’ın firuze renkli suları her göreni hayran bırakmaya yetiyordu. Denizle oynaşan güneş yansımalarına dalıp gidiyordum.

Yelkovan Kuşları

Değme bir ressamın tuvalinde dahi rastlanmayacak bir renk zenginliği vardı karşımda. Gün, pembeden kızıla dönen bulutlarla güzel bir tablo çizerek veda ediyordu. Güneş sanki sarı ile kırmızı arasındaki bütün tonlarını cömertçe göstermek istiyordu. Bu harikulade manzarayı sahilden uzak bir noktada, denizin üzerinde aniden sökün eden kuşlar tamamladı. Bunlar, kanatları suya değecek kadar denize yakın uçan ve birbirini takip eden yelkovan kuşlarıydı. İyi yüzücü ve dalıcı olan bu kuşlar uçarken denize o kadar teğet geçiyorlardı ki neredeyse suyun yüzeyini yalayacaklardı. Her ne kadar telaşla sürekli bir yere yetişiyorlarmış gibi uçsalar da her daim Boğaziçi’nin değişmez müdavimleriydiler. Yelkovan kuşları önce kanatlarını pır pır birkaç kez çırpıp ardından su kayağı yaparcasına hızla süzüldüler. Sürü hâlindeydiler ve hızlı hızlı kanat çırparak uzaklaşıp gittiler. Onları zevkle seyrederken Orhan Veli’nin bir anlığına her şeyi geride bırakarak uzun bir yolculuğa çıkmaktan bahsettiği dizeleri döküldü dilimden: “Gün olur, alır başımı giderim, / Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. / Şu ada senin, bu ada benim, / Yelkovan kuşlarının peşi sıra.”

Huzur Veren Sahil

Sarıyer, mavisinin yanında yeşilliğini olanca gürlüğüyle hâlâ koruyordu. Arka planda adım başı erguvanları, meşeleri, ulu çınarları, manolyaları görüyordum. Bir şemsiye gibi açılarak yüksek tepelere kurulmuş fıstık çamları boğazdan geçen gemilere âdeta el sallıyordu. Uzun süre öylece kalıyorum orada. Saatler dörtnala koşmuş, vakit hayli ilerlemiş, gece Boğaz’ın üzerine inmeye başlamıştı. Ayın şavkı denize vuruyor, sularla oynaşıp duruyordu. Gökyüzüne saçılmış yıldızların uzak, mat ışığını seyretmeye doyamıyordum. Dakikalarca uzak bir noktaya takılıp kalan gözlerim, bana göz kırpan karşı sahilin ışıklarına kayıyordu. İnsana huzur veren bu sahil bana geçmiş günleri hatırlama fırsatı sunuyordu. Hatıralar canlanıveriyordu muhayyilemde, içimde bir yolculuğa çıkıyordum.

Ihlamur mevsiminde Çayırbaşı’ndan Sarıyer’deki öğrenci evimize her gelişimizde otobüsün açık pencerelerinden içeri harika bir koku dolardı. İnsanı mest eden bu hoş rayihanın mahiyetini, nereden yayıldığını ilk zamanlar anlayamamıştım. Zamanla yanı başından geçtiğimiz, ıhlamur ağaçlarıyla dolu küçük bir koruyu andıran Rus sefaretinin bahçesinden geldiğini keşfetmiştim. Otuz beş yıl önce önünden her geçişimde tecrübe ettiğim bu nadide koku, bir anda maziye alıp götürdü beni.

Sahilde Akşam Yürüyüşleri